Ubıhça'nın kurtarılış öyküsü (Georges Dumezil)
Georges Dumezil, Türkiye’yi uzun zamandan beri tanıyordu. 1859-1864 yıllarında Rus işgalinden kaçan bütün azınlıkları ve bu azınlıkların Türkiye’de yerleştikleri köyleri biliyordu. 1926–1931 yılları arasında Türkiye’de geçirdiği altı yıl boyunca on ikiden fazla dil öğrendi (otuza yakın dili konuşurdu). Bu dillerden çoğu Rusya’da artık yaşamıyorlardı. Sadece Türkiye’ye gelen göçmenler arasında konuşuluyordu.
1929 yılında İstanbul’dan 300 kilometre uzaktaki Sapanca Gölü yakınlarında bir köyde yaşlı bir Çerkes prensinin yok olduğu sanılan Ubıhçayı konuştuğunu öğrendi. Zaman geçirmeden oraya gitmeye karar verdi ve orada Ubıhçayı konuşan on kadar insan buldu. Bunların en genci 60 yaşındaydı.
1971 yılına kadar her yıl iki ayını bu köyde geçirdi. Sonunda bu dili yok olmaktan kurtardı. Dünyanın en zengin ünsüz sistemlerinden birine sahip olan ve şimdi artık tamamen yok olmuş olan bu dilde, 82 ünsüz bulunuyor ve bunların arasında yalnızca üç ünlü dolaşıp duruyor.
G. Dumézil daha sonra Manyas’ta tanıştığı 82-88 yaşları arasında Tevfik Esenç ile birlikte Ubıhça üzerinde sistemli araştırmalar yaptı. Ubıhların Masal ve Efsaneleri’ni yazdı.
Birçoğu şu anda konuşulmayan 30 kadar dil bilen George Dumezil son temsilcisinin ölümünden sonra unutulup giden Ubıhça’nın sözlüğünü hazırladı. Sözlüğün hazırlanması sırasında beraber çalıştığı George Charachidze ile Liberation gazetesinin yaptığı röportajı aktarıyoruz.
Georges Dumezil, artık öldüğü sanılan Ubıhça’nın peşindeydi. Bu dili konuşan son Çerkes prensinin Türkiye’de yaşadığını öğrenmişti. Zaman geçirmeden Türkiye’nin bir köyünde Ubıhça’yı konuşan on insan buldu.
Bu insanlarla konuşarak bir dili yok olmaktan kurtardı.
Georges Dumezil, mitler cennetinde ölümünden kısa süre önce eski arkadaşı Georges Charachidze ile son kez görüşüyordu. Bu sırada, yatağında, Peru yerlilerince Keçua dilinde yazılmış bir tiyatro oyununun Fransızca çevirisini düzeltiyordu.
Felsefe öğrenimini yeni bitirmiş, 22 yaşındaki Georges Charachidze ise, Dumezil ile ilk olarak 1953 yılında karşılaştı. Ona babasının Kafkasyalı olduğunu ve kendisinin de Kafkasya hakkında araştırma yapmak istediğini söyledi. Doğu Dilleri Enstitüsü öğretim üyesi Georges Charachidze, Dumezil ile birlikte Ubıhça sözlüğü yazdı.
Georges Dumezil’i son olarak ne zaman gördünüz?
Ölümünden bir gün önce, yani cuma günü, bizi yatakta kabul etti. Bilinci yerindeydi. Peru yerlilerinin Keçua dilinde yazdıkları bir tiyatro oyununu okuyor ve Fransızca’ya yapılan çevirisini düzeltiyordu. Bir süre önce Gallimard Yayınevi için hazırladığı karşılaştırmalı Mitoloji Taslakları’ndan, çevirisini yapmaya çalıştığı iki bin yılına ait Kasitçe bir levhadan ve Andre Martinet’nin Okyanuslardaki Stepler adlı yapıtıyla, bu yapıta yorum getiren eleştirilerden söz ettik. 1968 yılında resmen emekli olmasına rağmen, düzenli olarak senede birkaç defa onunla görüşüyorduk.
Kafkasya konusundaki araştırmalarında uzun süre Dumezil ile birlikte çalıştınız…
Evet. Çünkü ben de yarım Kafkasyalıyım. 1953 yılında Dumezil ile ilk karşılaştığımda, o Türkiye’yi uzun zamandan beri tanıyordu. 1859-1864 yıllarında Rus işgalinden kaçan bütün azınlıkları ve bu azınlıkların Türkiye’de yerleştikleri köyleri biliyordu.
1926-1931 yılları arasında bu ülkede geçirdiği altı yıl boyunca on ikiden fazla dil öğrendi (otuza yakın dili konuşurdu). Bu dillerden çoğu Rusya’da artık yaşamıyorlardı. Sadece Türkiye’ye gelen göçmenler arasında konuşuluyordu.
Karşılaşmamızdan kısa bir süre sonra, İstanbul’dan 300 kilometre uzaktaki bir köyde yaşlı bir Çerkes prensinin yok olduğu sanılan Ubıhçayı konuştuğunu öğrendi.
Zaman geçirmeden oraya gitmeye karar verdi ve orada Ubıhçayı konuşan on kadar insan buldu. Bunların en genci 60 yaşındaydı. 1971 yılına kadar her yıl iki ayını bu köyde geçirdi. Sonunda bu dili yok olmaktan kurtardı.
1963 yılından itibaren bu çalışmalara ben de katıldım. Bu dili Tevfik Esenç adında 82-88 yaşları arasında olduğu sanılan bir kişi konuşuyordu. Yaşına rağmen verdiği arşivlik bilgiler konusunda çok güvenilir. Kayıtlara geçen bu ilginç bilgiler için birkaç defa da Paris’e geldi.
Ubıhça gibi bir dile neden bu kadar önem veriyorsunuz?
Ubıhça yaşayan bir fosil. Karadeniz kıyılarında binlerce yıl önce doğmuş, insanlık tarihinin en eski dillerinden biri. Bu dil sadece bugünkü Sovyetler Birliği’nin yazları oturulan yüksek yerleşim alanı Soçi bölgesinde konuşulurdu. Sessiz harfler açısından dünyanın en zengin dilidir. 2 sesliye karşılık 80 sessiz harf bulunur. Bu dilde aşağı yukarı 3000 civarında da sözcük vardır. Bu sayı yazılı belgesi bulunmayan bir dil için fazla sayılabilir. Bükümlü diller ailesindendir; yani sözcüklerin her küçük parçası bir anlam taşır.
Georges Dumezil ve ben birlikte bu dilin bir sözlüğünü yaptık. Mükemmel bir sözlük oldu. Çünkü bu dilin okur yazarı hiç yoktu. Ancak bu sözlüğü hazırlarken dilbilim yöntemleriyle birlikte mantık ölçülerinden de yararlandık. Zira 80 sessiz harfli bir dilin sözcüklerini ortaya çıkarabilmek pek kolay bir iş değildi.
Dumezil ile işbirliğiniz nasıl yürüyordu?
Bağımsız bir görüşü vardı. Hiç bir ekole bağlı değildi. Ayrıca bir ekol yaratmak düşüncesinde de değildi. Bilimsel yaşamı sürekli olarak savaşımla geçti. Yaşamı boyunca kabul edilmiş görüşleri sarstı ve bilimin o zamana kadar ki rahat çalışma ortamına karşılaştırma yöntemini soktu. Bu nedenle çok sayıda düşmanı oldu.
Çünkü kabul edilmiş bazı tabuları ve uzmanların kabul ettikleri görüşleri altüst etti. Bıyıklı, çizmeli, cahil koyun çobanı Türk dağlısıyla Roma’yı ve Hindistan’ı açıklamaya kalkması bir çok bilgine ters geliyordu.
Dumezil’in kişiliğinden ve yapıtından çıkardığınız sonuç nedir?
İnsan düşüncesini inceleme teorisinin kurucusudur. Düzensiz gibi görünen geçmişteki olayların yumağını çözmeyi ve sistemin parçalarını yerli yerine koymayı bize öğretti. İncelenen konu ne kadar karışık olursa olsun, her şeyi kolaya indirgeyerek kanıtları sergilemesini bildi. Durmadan gezen, gören ve üreten bir yapısı vardı.
Daima gelişim içinde bulunan bir düşünce sistemine sahipti. Bu sözden hayalci veya fantazi yanlısı olduğu anlaşılmasın. Onun bilimsellik anlayışına göre sistemleri yeniden kurmak, onların dillerini yeniden ortaya koymakla (hayal etmekle) ve benzer görünenler arasındaki farklı ve bazı aldatıcı oyunları görmekle mümkündür. Biraz abartarak, ona göre, dilbilim sözcüklerin yan yana diziliş oyunu; karşılaştırmalı mitoloji ise zeka ürünlerinin ardısıra dizilişidir diyebiliriz.
Onunla ilgili hafızanızdan silinmeyecek anılarınız var mı?
Son derece kibar bir insandı. Çıraklarım adını verdiği çalışmalarında ise çok dikkatliydi. Öğretilerim veya öğrencilerim sözcüklerinden hoşlanmıyordu. Bu sözcüklerin kalıplaşmış olduklarını, halbuki çırak sözcüğünde hala daha eklenebilecek bir şeyler bulunduğunu; Tanrının bile sosyal bilimlerde eksiklik gördüğünü söylerdi. Kendisini ise bir usta olarak değil; istekli gençlerin sohbet edebilecekleri bir kişi olarak görürdü.
Kendi ilgi alanından başkalarının da ilgi duymasından memnun olurdu. Sade, doğal görünüşlü ve cevval bir pratik zekaya sahip bir insandı. Onunla Türkiye’ye yaptığım ilk yolculuğu hatırlıyorum. Bana söylediği ilk söz şu oldu: “Bana ayakkabılarınızı gösterin!” Ayakkabılarımın doğa koşullarına uygun olup olmadığını görmek istiyordu.
Yaklaşan ölümünden söz ediyor muydu?
Çok sık olarak ve her defasında da kendine özgü bir anlayış ve felsefeyle bu konuya değinirdi. Çalışmalarının kesintiye uğrayacağını düşünerek öfkeleniyordu. Ölümü çalışma anında kendini rahatsız eden bir telefon sesine benzetirdi.
Alıntı
Georges Dumezil, Türkiye’yi uzun zamandan beri tanıyordu. 1859-1864 yıllarında Rus işgalinden kaçan bütün azınlıkları ve bu azınlıkların Türkiye’de yerleştikleri köyleri biliyordu. 1926–1931 yılları arasında Türkiye’de geçirdiği altı yıl boyunca on ikiden fazla dil öğrendi (otuza yakın dili konuşurdu). Bu dillerden çoğu Rusya’da artık yaşamıyorlardı. Sadece Türkiye’ye gelen göçmenler arasında konuşuluyordu.
1929 yılında İstanbul’dan 300 kilometre uzaktaki Sapanca Gölü yakınlarında bir köyde yaşlı bir Çerkes prensinin yok olduğu sanılan Ubıhçayı konuştuğunu öğrendi. Zaman geçirmeden oraya gitmeye karar verdi ve orada Ubıhçayı konuşan on kadar insan buldu. Bunların en genci 60 yaşındaydı.
1971 yılına kadar her yıl iki ayını bu köyde geçirdi. Sonunda bu dili yok olmaktan kurtardı. Dünyanın en zengin ünsüz sistemlerinden birine sahip olan ve şimdi artık tamamen yok olmuş olan bu dilde, 82 ünsüz bulunuyor ve bunların arasında yalnızca üç ünlü dolaşıp duruyor.
G. Dumézil daha sonra Manyas’ta tanıştığı 82-88 yaşları arasında Tevfik Esenç ile birlikte Ubıhça üzerinde sistemli araştırmalar yaptı. Ubıhların Masal ve Efsaneleri’ni yazdı.
Birçoğu şu anda konuşulmayan 30 kadar dil bilen George Dumezil son temsilcisinin ölümünden sonra unutulup giden Ubıhça’nın sözlüğünü hazırladı. Sözlüğün hazırlanması sırasında beraber çalıştığı George Charachidze ile Liberation gazetesinin yaptığı röportajı aktarıyoruz.
Georges Dumezil, artık öldüğü sanılan Ubıhça’nın peşindeydi. Bu dili konuşan son Çerkes prensinin Türkiye’de yaşadığını öğrenmişti. Zaman geçirmeden Türkiye’nin bir köyünde Ubıhça’yı konuşan on insan buldu.
Bu insanlarla konuşarak bir dili yok olmaktan kurtardı.
Georges Dumezil, mitler cennetinde ölümünden kısa süre önce eski arkadaşı Georges Charachidze ile son kez görüşüyordu. Bu sırada, yatağında, Peru yerlilerince Keçua dilinde yazılmış bir tiyatro oyununun Fransızca çevirisini düzeltiyordu.
Felsefe öğrenimini yeni bitirmiş, 22 yaşındaki Georges Charachidze ise, Dumezil ile ilk olarak 1953 yılında karşılaştı. Ona babasının Kafkasyalı olduğunu ve kendisinin de Kafkasya hakkında araştırma yapmak istediğini söyledi. Doğu Dilleri Enstitüsü öğretim üyesi Georges Charachidze, Dumezil ile birlikte Ubıhça sözlüğü yazdı.
Georges Dumezil’i son olarak ne zaman gördünüz?
Ölümünden bir gün önce, yani cuma günü, bizi yatakta kabul etti. Bilinci yerindeydi. Peru yerlilerinin Keçua dilinde yazdıkları bir tiyatro oyununu okuyor ve Fransızca’ya yapılan çevirisini düzeltiyordu. Bir süre önce Gallimard Yayınevi için hazırladığı karşılaştırmalı Mitoloji Taslakları’ndan, çevirisini yapmaya çalıştığı iki bin yılına ait Kasitçe bir levhadan ve Andre Martinet’nin Okyanuslardaki Stepler adlı yapıtıyla, bu yapıta yorum getiren eleştirilerden söz ettik. 1968 yılında resmen emekli olmasına rağmen, düzenli olarak senede birkaç defa onunla görüşüyorduk.
Kafkasya konusundaki araştırmalarında uzun süre Dumezil ile birlikte çalıştınız…
Evet. Çünkü ben de yarım Kafkasyalıyım. 1953 yılında Dumezil ile ilk karşılaştığımda, o Türkiye’yi uzun zamandan beri tanıyordu. 1859-1864 yıllarında Rus işgalinden kaçan bütün azınlıkları ve bu azınlıkların Türkiye’de yerleştikleri köyleri biliyordu.
1926-1931 yılları arasında bu ülkede geçirdiği altı yıl boyunca on ikiden fazla dil öğrendi (otuza yakın dili konuşurdu). Bu dillerden çoğu Rusya’da artık yaşamıyorlardı. Sadece Türkiye’ye gelen göçmenler arasında konuşuluyordu.
Karşılaşmamızdan kısa bir süre sonra, İstanbul’dan 300 kilometre uzaktaki bir köyde yaşlı bir Çerkes prensinin yok olduğu sanılan Ubıhçayı konuştuğunu öğrendi.
Zaman geçirmeden oraya gitmeye karar verdi ve orada Ubıhçayı konuşan on kadar insan buldu. Bunların en genci 60 yaşındaydı. 1971 yılına kadar her yıl iki ayını bu köyde geçirdi. Sonunda bu dili yok olmaktan kurtardı.
1963 yılından itibaren bu çalışmalara ben de katıldım. Bu dili Tevfik Esenç adında 82-88 yaşları arasında olduğu sanılan bir kişi konuşuyordu. Yaşına rağmen verdiği arşivlik bilgiler konusunda çok güvenilir. Kayıtlara geçen bu ilginç bilgiler için birkaç defa da Paris’e geldi.
Ubıhça gibi bir dile neden bu kadar önem veriyorsunuz?
Ubıhça yaşayan bir fosil. Karadeniz kıyılarında binlerce yıl önce doğmuş, insanlık tarihinin en eski dillerinden biri. Bu dil sadece bugünkü Sovyetler Birliği’nin yazları oturulan yüksek yerleşim alanı Soçi bölgesinde konuşulurdu. Sessiz harfler açısından dünyanın en zengin dilidir. 2 sesliye karşılık 80 sessiz harf bulunur. Bu dilde aşağı yukarı 3000 civarında da sözcük vardır. Bu sayı yazılı belgesi bulunmayan bir dil için fazla sayılabilir. Bükümlü diller ailesindendir; yani sözcüklerin her küçük parçası bir anlam taşır.
Georges Dumezil ve ben birlikte bu dilin bir sözlüğünü yaptık. Mükemmel bir sözlük oldu. Çünkü bu dilin okur yazarı hiç yoktu. Ancak bu sözlüğü hazırlarken dilbilim yöntemleriyle birlikte mantık ölçülerinden de yararlandık. Zira 80 sessiz harfli bir dilin sözcüklerini ortaya çıkarabilmek pek kolay bir iş değildi.
Dumezil ile işbirliğiniz nasıl yürüyordu?
Bağımsız bir görüşü vardı. Hiç bir ekole bağlı değildi. Ayrıca bir ekol yaratmak düşüncesinde de değildi. Bilimsel yaşamı sürekli olarak savaşımla geçti. Yaşamı boyunca kabul edilmiş görüşleri sarstı ve bilimin o zamana kadar ki rahat çalışma ortamına karşılaştırma yöntemini soktu. Bu nedenle çok sayıda düşmanı oldu.
Çünkü kabul edilmiş bazı tabuları ve uzmanların kabul ettikleri görüşleri altüst etti. Bıyıklı, çizmeli, cahil koyun çobanı Türk dağlısıyla Roma’yı ve Hindistan’ı açıklamaya kalkması bir çok bilgine ters geliyordu.
Dumezil’in kişiliğinden ve yapıtından çıkardığınız sonuç nedir?
İnsan düşüncesini inceleme teorisinin kurucusudur. Düzensiz gibi görünen geçmişteki olayların yumağını çözmeyi ve sistemin parçalarını yerli yerine koymayı bize öğretti. İncelenen konu ne kadar karışık olursa olsun, her şeyi kolaya indirgeyerek kanıtları sergilemesini bildi. Durmadan gezen, gören ve üreten bir yapısı vardı.
Daima gelişim içinde bulunan bir düşünce sistemine sahipti. Bu sözden hayalci veya fantazi yanlısı olduğu anlaşılmasın. Onun bilimsellik anlayışına göre sistemleri yeniden kurmak, onların dillerini yeniden ortaya koymakla (hayal etmekle) ve benzer görünenler arasındaki farklı ve bazı aldatıcı oyunları görmekle mümkündür. Biraz abartarak, ona göre, dilbilim sözcüklerin yan yana diziliş oyunu; karşılaştırmalı mitoloji ise zeka ürünlerinin ardısıra dizilişidir diyebiliriz.
Onunla ilgili hafızanızdan silinmeyecek anılarınız var mı?
Son derece kibar bir insandı. Çıraklarım adını verdiği çalışmalarında ise çok dikkatliydi. Öğretilerim veya öğrencilerim sözcüklerinden hoşlanmıyordu. Bu sözcüklerin kalıplaşmış olduklarını, halbuki çırak sözcüğünde hala daha eklenebilecek bir şeyler bulunduğunu; Tanrının bile sosyal bilimlerde eksiklik gördüğünü söylerdi. Kendisini ise bir usta olarak değil; istekli gençlerin sohbet edebilecekleri bir kişi olarak görürdü.
Kendi ilgi alanından başkalarının da ilgi duymasından memnun olurdu. Sade, doğal görünüşlü ve cevval bir pratik zekaya sahip bir insandı. Onunla Türkiye’ye yaptığım ilk yolculuğu hatırlıyorum. Bana söylediği ilk söz şu oldu: “Bana ayakkabılarınızı gösterin!” Ayakkabılarımın doğa koşullarına uygun olup olmadığını görmek istiyordu.
Yaklaşan ölümünden söz ediyor muydu?
Çok sık olarak ve her defasında da kendine özgü bir anlayış ve felsefeyle bu konuya değinirdi. Çalışmalarının kesintiye uğrayacağını düşünerek öfkeleniyordu. Ölümü çalışma anında kendini rahatsız eden bir telefon sesine benzetirdi.
Alıntı