SEFER E. BERZEG “SOÇİ'NİN SÜRGÜNDEKİ SAHİPLERİ ÇERKES-VUBIHLAR”
Ankara 1998
SOÇİ'NİN SÜRGÜNDE YAŞAYAN SAHİPLERİ VUBIHLAR
Onlar kimseye boyun eğmediler,olan biten hiçbir şeyi unutmadılar ve
affetmediler ve yurtlarından asla vazgeçmediler.
Rusya İmparatorluğu'nun Kafkasyalılara karşı yüz yıldır sürdürmekte olduğu amansız işgal ve imha savaşı artık sonuna yaklaşmış bulunuyordu. General Kartsov'un bir raporuna göre 1 863 yılı sonlarında Kafkas dağlarının batı kısmının Ruslarca işgal edilen kuzey yamaçlarında tek bir Çerkes bile bırakılmamış, güney yamaçlarda da Tsemez'den Tuapse'ye kadar tüm deniz kıyısı yerli Çerkes halkından temizlenmişti.
Rus orduları 1864 yılı başlarında yeniden örgütlenerek Kafkas dağlarının güney yamaçlarına doğru harekete geçtiler. Saldırılar özellikle kış aylarında yapılıyor, savunmasız köyler yakılarak halkı sürülüyor, tüm erzakı ve hayvanları da elinden alınarak boyun eğmeğe zorlanıyordu. Grandük Mikhail Nikolayeviç'in bildirdiğine göre “General Geyman, Tuapse ile Psışuape arasındaki toprakları temizliyerek bu çayların vadilerindeki tüm köyleri yok etmişve 16 Mart günü eski Lazarevsk (Psışuape) istihkamını yeniden ele geçirmişti.” Soçi'de ki Çerkes Milli Meclisi ve Hükümeti'nin emrindeki yaklaşık beşbin kişilik bir güç Godlik ırmağı kıyılarında Ruslarla müthiş bir savaşa giriştiyse de üstün güçler karşısında tutunamayarak dağlara karşı çekilmek zorunda kaldı. Rus birlikleri 19 Mart günü Golovinsk (Şekhape) istihkamını da ele geçirdiler ve Vubıh topraklarının sınırına ulaştılar. Çerkes Milli Meclisi, Soçi ırmağı vadisinde ki “Ön Kapılar” mevkiinde son toplantısını yaptı ve daha sonra Rusya İmparatorluğu'na katılmak ve Çar'a sadık kalmak konusundaki kararlarını bildirmek üzere elçilerini gönderdiler. Koşul olarak ise sadece yurtlarından sürülmemelerini istiyorlardı. Çarlık hükümeti ise – Çerkesler'in de esasen çok iyi bildikleri gibi- bambaşka planların peşindeydi.
Şapsığ bölgesinin de bütünüyle işgali ile Rus orduları karşısında tek başına kalmış olan Vubıhlar'a General Geyman tarafından 5 Mart'ta gönderilmiş olan bir ültimatomda şöyle deniliyordu: “Siz de çok iyi biliyorsunuz ki Abadzeh ve Şapsığ halkları da silahlarımıza kayıtsız ve şartsız boyun eğdiler ve serbestçe Türkiye'ye göç ediyorlar. İsteyenleri bize başvuruyorlar ve Labe'de, Kuban'da toprak alıyorlar. Vubıhlar, en son siz kaldınız, sizinle ilgili taleplerimiz şunlardır: Elinizdeki bütün Rus esirleri derhal teslim edin ve Türkiye'ye gitmek isteyenleriniz derhal kamplar halinde Şakhe, Vordane ve Soçi ırmakları ağzında deniz kıyısında toplansınlar. Bu noktalara Türk buharlı gemileri ve tekneleri yanaşabilir ve buralardan Türkiye'ye gidebilirsiniz. Fazla eşyalarınızı birliklere satmanıza izin verilecektir.
Bize gelmek isteyenler hemen Kuban'a, onlara gösterilecek yerlere gidecektir. Siz Abadzehler gibi kendinizi perişan ettirmeyin çünkü ben esirlerinizi silah gücüyle kurtaracağım, Türkiye yolunu kapatacağım ve sizler Azak denizi kıyısına yerleştirileceksiniz. Abadzehler'i bize karşı ayaklandırdığınızı ve bu talihsiz halkı sefalete düşürdüğünüzü unutmayın.”
Ertesi gün Rus ordugahına Elbuz-Hapakh Berzeg'in başkanlığında on beş Vubıh liderinden oluşan bir delegasyon geldi. Çar'ın generali Geyman, Soçi'de çağdaş anlamda bir parlamento ve hükümet oluşturarak milletin sağlam güçlerini bir araya getiren, yıllardır tüm Karadeniz kıyıları ve Kuban boylarında sömürgeci ordulara kan kusturan bu küçük ama yiğit halkın temsilcilerine tüm kinini kustu:
Ne o Vubıhlar? Bana niçin geldiniz? O kadar yaygarasını yaptığınız Avrupa üniformalı yardımcılarınız neredeler? Yivli toplarınız ve mermileriniz nerede? Neredeler müttefikleriniz?
Bizler artık dış yardım görme umudumuz olmadığına kanaat getirdik, yalnız kaldığımızı görüyoruz. Eskiden peşimizde dolaşanlar da şimdi yüz çeviriyorlar. Ama bizler yinede Vubıhız ve bütün bir halkız. Herhalde kendi adımıza temas kurabilir ve taleplerimizi açıklayabiliriz.
Siz, Vubıhlar bizlerle görüşme mi yapacaksınız? (Eskiden olduğu gibi) bizleri yenin, birliklerimizi kovalayın, sizler güçlü ve kudretlisiniz ya!
Bugün için zafer umut etmemiz zor. Elbette kanımızın son damlasına kadar savaşabilir ve size büyük zararlar verebiliriz ama sonunda kendimiz de yok oluruz. Bu acılardan kurtulmak için sorunu barış yoluyla halletmeyi arzu ederdik. Sizlerden sadece üç ay istiyoruz ve hepimiz Türkiye'ye gideceğiz. Hastalarımız var, mal ve mülkümüz var, birçoğumuz kıyıdan uzaklarda yaşıyor. Bu süre içinde birliklerinizi topraklarımıza sokmamanızı rica ediyoruz.
Şapsığ'ların durumundan, başınıza gelecekleri önceden biliyordunuz. İsteseydiniz göçe hazırlanmak için zamanınız vardı. Ruslara vereceğiniz zararları ise hiç dert etmiyorum. Burası da bizim için Abadzeh'lere ve Şapsığ'lara boyun eğdirdiğimizden daha zor olmayacak. Sizlere merhamet göstereceğimizi ise hiç mi hiç düşünmeyin. Abadzeh'lere karşı merhametsizce davranan sizler değimliydiniz? Onları Ruslarla savaşmaya kim teşvik etti? (Vubıhlar, Kuban'da Ruslara karşı savaşan Abadzeh kardeşlerine yardım için beşbin kişilk bir Vubıh-Abaza-Adige birliği göndermişlerdi). Siz olmasaydınız onlar çoktan rahat rahat Türkiye'de yaşıyor olacaklardı. (Yani çoktan yurtlarından sürülerek Türkiye'ye gönderilmiş olacaklardı.) Sizler en ufak bir merhameti bile hak ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Sizlerle artık herhangi bir görüşme de yapmak istemiyorum. Taleplerimizi mektubumda bildirdim. Yerine getirmeyi istemiyorsanız ordumla yardıma gelirim.
Rusların taleplerini yerine getirmek zorunda olduğumuzun farkındayız, diye söze başladı Elbuz-Hapkh Berzeg, Şamil'i yenen, tüm Dağıstan ve Çeçenistan'ı egemenliği altında alan, bizden daha çok nüfusu bulunan Abadzeh ve Şapsığ'lara boyun eğdirenlerle savaşmaya artık gücümüz yetmeyecek. Biz artık yorgun düşmüş bir halkız ve sizden de alicenaplık ve mertliğin gereği olan merhametten fazla bir şey istemiyoruz.
Bana masal anlatmayın! Ben sizin ciğerinizi bilirim, üzerinize hemen yürümediğim için kendinizi şanslı sayın, herkesin deniz kıyısına inmesi için henüz vaktiniz var. Kıyıya nasıl gidileceğini bilmeyen varsa Şapsığlar ve Abadzehler'den sorup öğrensin. Benim tarafımdan sizlerle bir uzlaşma yoktur ve ileride de olmayacaktır!
“Kahraman” Rus generali ile yaşlı Çerkes-Vubıh liderleri arasındaki görüşmeyi yukarıdaki şekilde anlatan Gürcü asıllı Rus subayı Esadze, elli yıl sonra Rus devletinin emriyle kaleme aldığı anılarında şunları da ekliyor: ”Geyman, bu sözleriyle görüşmeyi sona erdirdi. Yaşlı liderler de halklarının kaderinin kesin bir şekilde belirlenmiş bulunduğunu anladılar. Bu saygın Vubıh'ların Rus kampının ortasındaki durumu son derece güzel bir tablo oluşturuyordu. Görüşmeler herkesin gözü önünde yapılıyordu ve subaylarla askerler (Kafkasya'da) boyun eğmeyen bu son halkın temsilcilerinin davranışlarını büyük bir ilgiyle izliyorlardı. Vubıh'ların hepsinin duruşunda ve bakışlarında bilinçli bir onurluluk göze çarpıyordu. Davranışların da en ufak bir alçalma yada korku yoktu. Ancak bu dakikaları yaşamlarında ilk ve son kez yaşadıkları belliydi. En zayıf noktaları olan onurlarından yaralandıkları görülüyordu. Sırma ve gümüş elbiseli, zengin ve gururlu Vubıhlar artık güçsüz kaldıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardı.”
Vubıhlar'ın komşusu olan Şapsığlar'a vatanlarını terk etmek için verilmiş olan süre 6 Mart'ta doluyordu. Bir zamanlar Vubıhlar, Abazalar ve diğer Adigelerle birlikte işgalci Rus ordularına Kafkasya'yı dar getirmiş olan bu Çerkes bölgesinin halkı da büyük acılar ve kayıplar pahasına, köyleri yakılarak deniz kıyısına sürülmüş, Tuapse ve Pseşuapse ırmakları arasındaki tüm toprakları da Ruslar tarafından işgal edilerek insandan “temizlenmişti”.
Rus birlikleri 19 Mart'ta Şakhe ırmağı üzerindeki Golovinski (Şekhape) kalesini de alarak Vubıh topraklarına girdiler. Vubıh ülkesinin en gelişmiş yöresi olan Vordane'deki çok sayıda köy ve tüm yerleşim yerleri “uygar” Rus ordusu tarafından yakılarak yok edildi. Ruslar 1838 yılında işgal ve imha ettikleri Vubıh köyü Saşe'nin (Soçi) yerine kurdukları Navaginski kalesinin harabelerini 25 Mart'ta tek bir kurşun atmaksızın aldılar. Bunu bugünkü Soçi yöresinde Vubıhlar'la iç içe yaşayan Ahçıpsu, Aybga, Psov gibi küçük Çerkes (Abaza-Sadz) halklarının “temizlenmesi” ve kalanlarının zorla deniz kıyısına sürülmesi izledi. Bu son işgal ve “temizlik” lere, Rus Çarlarının uşaklığını elli yıldır büyük bir şevkle yapan Gürcü alayları ve milisleri de “başarılı” bir şekilde katıldılar. Böylece Kafkasya'nın Ruslar tarafından fethi tamamlanmış oluyordu.
Bu olay Rus İmparatorluğu için o kadar büyük ve önemliydi ki; Çar II Aleksandr 18 Nisan 1864 günü Kafkasya Genel Valisi'ne şu telgrafı göndermişti: “Vubıhlar sorununun mutlu bir şekilde sonuçlanmasına gerçekten çok sevindim. Bu sonuç dolayısıyla Allah'a şükretmekten başka ne yapabiliriz.”
20 Mayıs günü Soçi yöresindeki tüm köyleri, çiftlikleri yakmış, insanlarını ya öldürmüş yada Türkiye'ye gönderilmek üzere deniz kıyısına sürmüş olan Rus ordusunun “kahraman” birlikleri, Ahçıpsu yöresindeki Gubaada (bugünkü Rusça adıyla “Krasnaya Polyana”) düzlüğünde birleştiler.
21 Mayıs 1864 günü burada Çar'ın Kafkasya Genel Valisi'nin de katıldığı bir törenle Kafkasya'nın fethi ve “Kafkas Savaşı'nın” sonu kutlandı.
Kafkasya (Çerkes) halklarının, kültür ve insani nitelikler açısından kendilerinden çok aşağı görükleri Rus toplumunun siyasi ve kültürel egemenliğini gönül rızası ile kabul etmeleri ve Rus Çarlığı'na boyun eğmeleri (sonradan yapılan tüm politik ve demografik yorumlara karşın) bahis konusu bile olamazdı. Bu yüzden, “milletler hapishanesi” Rusya'nın “Çerkesler'in yarısını silah bırakmaya mecbur etmesi için diğer yarısını yok etmesi gerekiyordu ve yapılan da bundan başka bir şey değildi…” Çerkesya'nın Karadeniz kıyılarının işgali ve sömürgeleştirilmesinde önemli rol oynamış; Vubıh yöresindeki Subeşkh ve Şakhe ırmakları ağzına yapılan Rus çıkarmalarında görev almış bulunan General N.N. Rayevski bile sonradan şunları yazmaktan kendini alamamıştı: “Bizim Kafkasya'da yaptıklarımız İspanyolların Amerika kıtasını ilk işgalleri sırasında yaptıkları felaketi hatırlatıyor. Kafkasya'nın fethi, Rusya tarihinde, o fetihlerin İspanya tarihinde bırakmış olduğu gibi kanlı izler bırakmaz!”
Bu zalimlerin tarihimizde bıraktıkları ve maalesef “bilimsel” yalan ve dolanlarla çoğunu da insanlığın gözünden kaçırdıkları “kanlı izler” bugün de silinebilmiş değil. Örneğin Vubıh-Abaza-Adige'lerin o güzelim yurdu Soçi yöresinde bugün onları adı bile anılmazken “Vubıhlar'ın Sonu”, “Son Vubıh”, “son konuşanı da yok olan Vubıh dili masalları özellikle sürdürülüyor. Kafkasya'nın yiğit evlatları Vubıhlar ise tıpkı diğer Çerkes kardeşleri gibi sürgünde yaşamaya devam ediyor ve yaşam kavgalarını inatla sürdürüyorlar.
Çerkes-Vubıhlar, pek fazla olmayan nüfuslarına ve verdikleri büyük kayıplara karşın, sürgünde de Kafkas diasporasının siyasi kültürel yaşamında, anayurdu kurtarma ve oraya dönme mücadelesinde önemli roller üstlendiler. Bu arada, yaşadıkları ve sürgünleri sırasında kendilerine olanakları nispetinde içtenlikle kucak açmış olan ülke için de büyük hizmet ve fedakarlıklarda bulunmaktan geri kalmadılar.
Vubıhlar'ın daha Kafkasya'da iken başlamış olan yaygın Çerkes dillerini (Adıgece ve Abazaca'yı) benimseme süreci, sürgün ve gurbet yıllarında da sürdü. Bu süreç, konuya yabancı bazı yazarların belirttiklerinin aksine bir “yok olma” değil, Çerkeslerin uluslaşma sürecine yapılan bilinçli bir katkıydı. Sürgünde'ki Çerkesler için ilk Adıge dili alfabesi bir Vubıh olan Ahmed Cavid Paşa tarafından hazırlanmış ve yayımlanmıştı (1897). Osmanlı ülkesinde İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra kurulan Çerkes İttihat ve Teavun Cemiyeti'nin kurucu ve yöneticileri arasında Tuğa Fuad Paşa, Berzeg Mehmed Zeki Paşa, Therkhet Ahmed Cavid Paşa, Şhaplı Osman Ferid Paşa, Pekhu Nazım Paşa… gibi ünlü Vubıhlar önemli, bir yer tutuyorlardı. Diasporada ve tüm dünyada yayınlanan ilk Çerkes kadın dergisi “Diyane” nin yönetici yazarları olan Hunce Hayriye Melek ve Pekhu Seza hanımlar Vubıh idiler. Çızemuğ Halid Lemi Atlı, Bıjnau Muhlis Sabahaddin ve Nev'eser Kökdeş kardeşler gibi ünlü kompozitörler, Hüseyin Avni Lıfij, Zeşu Namık İsmail, Avni Abraş gibi ünlü ressamlar Vubıh kökenlidirler. Türkiye yakın tarihinde en uzun süre Dışişleri Bakanlığı'nda bulunmuş ve Cumhurbaşkanlığı'na vekalet etmiş bulunan Hamt'e İhsan Sabri (Çağlayangil) bir Vubıh idi ve bununda bilincindeydi.
Büyük Çerkes sürgününden on yıl kadar sonra patlayan Osmanlı-Rus savaşı sırasında (1877-78) tüm sürgündeki Kafkas evlatları gibi Vubıhlar'da gönüllü atlı birlikleri halinde Rus Çarlığı'na karşı savaştılar ve Kafkasya kıyılarına yapılan çıkarmalarda yer aldılar. Parolaları “Kafkas'ı kurtarmak ve oraya dönmekti.” Birinci Dünya Savaşı ve Rusya'daki 1917 Devrimi sırasında İstanbul'da faaliyet gösteren “Kafkasya İstiklal Komitesi”, “Şimali Kafkas Cemiyeti”, “Şimali Kafkasya Siyasi Muhacirleri Komitesi” gibi politik kuruluşların başında Mareşal Tuğa Fuad Paşa, Şhaplı Hüseyin Tosun, Şhaplı Hüseyin Kadri, Kheşık İsmail, Zeşu Namık İsmail vb. gibi etkin ve ünlü Vubıhlar yer alıyorlardı.
Aynı şekilde 11 Mayıs 1918 yılında ilan edilen Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ne yardım için Abhazya'ya çıkarılan “Sohum Müfrezesi”nde ve Dağıstan'da savaşan Kafkas Kolordusu'nda da çok sayıda Çerkes-Vubıh bulunuyordu. Aradan yetmiş beş yıl geçtikten sonra, 1993 yılında bağımsızlığını ilan eden Abhazya Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı V.Ardzınba, saldırgan Gürcü ordusuna karşı “Abhazya'da yaşayan Abhazlar'ın silahlı direnişine Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimiz, Türkiye, Suriye, Ürdün'de yaşayan Abhazlar, Kabardeyler, Adigeler ve Vubıhların…” da destek verdiklerini belirtmişti. Glasnost sonrasında maddi ve manevi büyük zorlukları aşarak Kafkasya cumhuriyetlerine dönüp yerleşen ilk “dönüşçü” Çerkesler arasında da Vubıh kökenli kişi ve aileler nüfusları göz önüne alındığında aktif bir çoğunluk oluşturuyorlardı.
Dostlarımız boşuna üzülmesin ve kendilerini biz Çerkeslere düşman hissedenler de boş yere sevinmesinler. Çünkü özellikle son yıllarda, hem anayurdumuzda hem de yabancı ülkelerde bilinçli veya bilinçsiz koparılan yaygaralarına karşın Vubıhlar henüz yok olmuş, hatta tarih sahnesinden çekilmiş değiller. Diğer Kafkaslı-Çerkes kardeşleri arasında ve onlarla daha da bütünleşmiş olarak yaşıyor, eski işlevleri ve etkinliklerini sürdürüyorlar.
Onlar, kendilerini binlerce yıllık yurtlarından sürmeyi başarabildikleri için “Allah'a şükreden” zalim Rus Çarları başta olmak üzere , ne yurtlarında, ne de sürgünde yaşadıkları ülkelerde hiç kimseye boyun eğmediler.
1918'de Rus şoveni Beyaz generallerle Gürcü şoveni Menşevikler, Karadeniz kıyısındaki “sahipsiz” zannettikleri Çerkes (Adıge-Vubıh-Abaza) topraklarını ele geçirmek için tepişirken onlar dişlerini gıcırdatmaktan başka bir şey yapamıyorlardı.
Ama kendilerine ve kardeşlerine yapılan o eşi görülmedik zulümleri hiçbir zaman unutmadılar ve asla affetmediler. Hele cennet yurtları Kafkasya'yı ve güzelim Soçi'yi ne kimseye vermiş, ne de ondan vazgeçmiş değiller. Ve onlar bugün de diyorlar ki: “ Güzeller güzeli Kafkasya'mızda son söz henüz söylenmemiştir”…!
Alıntı
Ankara 1998
SOÇİ'NİN SÜRGÜNDE YAŞAYAN SAHİPLERİ VUBIHLAR
Onlar kimseye boyun eğmediler,olan biten hiçbir şeyi unutmadılar ve
affetmediler ve yurtlarından asla vazgeçmediler.
Rusya İmparatorluğu'nun Kafkasyalılara karşı yüz yıldır sürdürmekte olduğu amansız işgal ve imha savaşı artık sonuna yaklaşmış bulunuyordu. General Kartsov'un bir raporuna göre 1 863 yılı sonlarında Kafkas dağlarının batı kısmının Ruslarca işgal edilen kuzey yamaçlarında tek bir Çerkes bile bırakılmamış, güney yamaçlarda da Tsemez'den Tuapse'ye kadar tüm deniz kıyısı yerli Çerkes halkından temizlenmişti.
Rus orduları 1864 yılı başlarında yeniden örgütlenerek Kafkas dağlarının güney yamaçlarına doğru harekete geçtiler. Saldırılar özellikle kış aylarında yapılıyor, savunmasız köyler yakılarak halkı sürülüyor, tüm erzakı ve hayvanları da elinden alınarak boyun eğmeğe zorlanıyordu. Grandük Mikhail Nikolayeviç'in bildirdiğine göre “General Geyman, Tuapse ile Psışuape arasındaki toprakları temizliyerek bu çayların vadilerindeki tüm köyleri yok etmişve 16 Mart günü eski Lazarevsk (Psışuape) istihkamını yeniden ele geçirmişti.” Soçi'de ki Çerkes Milli Meclisi ve Hükümeti'nin emrindeki yaklaşık beşbin kişilik bir güç Godlik ırmağı kıyılarında Ruslarla müthiş bir savaşa giriştiyse de üstün güçler karşısında tutunamayarak dağlara karşı çekilmek zorunda kaldı. Rus birlikleri 19 Mart günü Golovinsk (Şekhape) istihkamını da ele geçirdiler ve Vubıh topraklarının sınırına ulaştılar. Çerkes Milli Meclisi, Soçi ırmağı vadisinde ki “Ön Kapılar” mevkiinde son toplantısını yaptı ve daha sonra Rusya İmparatorluğu'na katılmak ve Çar'a sadık kalmak konusundaki kararlarını bildirmek üzere elçilerini gönderdiler. Koşul olarak ise sadece yurtlarından sürülmemelerini istiyorlardı. Çarlık hükümeti ise – Çerkesler'in de esasen çok iyi bildikleri gibi- bambaşka planların peşindeydi.
Şapsığ bölgesinin de bütünüyle işgali ile Rus orduları karşısında tek başına kalmış olan Vubıhlar'a General Geyman tarafından 5 Mart'ta gönderilmiş olan bir ültimatomda şöyle deniliyordu: “Siz de çok iyi biliyorsunuz ki Abadzeh ve Şapsığ halkları da silahlarımıza kayıtsız ve şartsız boyun eğdiler ve serbestçe Türkiye'ye göç ediyorlar. İsteyenleri bize başvuruyorlar ve Labe'de, Kuban'da toprak alıyorlar. Vubıhlar, en son siz kaldınız, sizinle ilgili taleplerimiz şunlardır: Elinizdeki bütün Rus esirleri derhal teslim edin ve Türkiye'ye gitmek isteyenleriniz derhal kamplar halinde Şakhe, Vordane ve Soçi ırmakları ağzında deniz kıyısında toplansınlar. Bu noktalara Türk buharlı gemileri ve tekneleri yanaşabilir ve buralardan Türkiye'ye gidebilirsiniz. Fazla eşyalarınızı birliklere satmanıza izin verilecektir.
Bize gelmek isteyenler hemen Kuban'a, onlara gösterilecek yerlere gidecektir. Siz Abadzehler gibi kendinizi perişan ettirmeyin çünkü ben esirlerinizi silah gücüyle kurtaracağım, Türkiye yolunu kapatacağım ve sizler Azak denizi kıyısına yerleştirileceksiniz. Abadzehler'i bize karşı ayaklandırdığınızı ve bu talihsiz halkı sefalete düşürdüğünüzü unutmayın.”
Ertesi gün Rus ordugahına Elbuz-Hapakh Berzeg'in başkanlığında on beş Vubıh liderinden oluşan bir delegasyon geldi. Çar'ın generali Geyman, Soçi'de çağdaş anlamda bir parlamento ve hükümet oluşturarak milletin sağlam güçlerini bir araya getiren, yıllardır tüm Karadeniz kıyıları ve Kuban boylarında sömürgeci ordulara kan kusturan bu küçük ama yiğit halkın temsilcilerine tüm kinini kustu:
Ne o Vubıhlar? Bana niçin geldiniz? O kadar yaygarasını yaptığınız Avrupa üniformalı yardımcılarınız neredeler? Yivli toplarınız ve mermileriniz nerede? Neredeler müttefikleriniz?
Bizler artık dış yardım görme umudumuz olmadığına kanaat getirdik, yalnız kaldığımızı görüyoruz. Eskiden peşimizde dolaşanlar da şimdi yüz çeviriyorlar. Ama bizler yinede Vubıhız ve bütün bir halkız. Herhalde kendi adımıza temas kurabilir ve taleplerimizi açıklayabiliriz.
Siz, Vubıhlar bizlerle görüşme mi yapacaksınız? (Eskiden olduğu gibi) bizleri yenin, birliklerimizi kovalayın, sizler güçlü ve kudretlisiniz ya!
Bugün için zafer umut etmemiz zor. Elbette kanımızın son damlasına kadar savaşabilir ve size büyük zararlar verebiliriz ama sonunda kendimiz de yok oluruz. Bu acılardan kurtulmak için sorunu barış yoluyla halletmeyi arzu ederdik. Sizlerden sadece üç ay istiyoruz ve hepimiz Türkiye'ye gideceğiz. Hastalarımız var, mal ve mülkümüz var, birçoğumuz kıyıdan uzaklarda yaşıyor. Bu süre içinde birliklerinizi topraklarımıza sokmamanızı rica ediyoruz.
Şapsığ'ların durumundan, başınıza gelecekleri önceden biliyordunuz. İsteseydiniz göçe hazırlanmak için zamanınız vardı. Ruslara vereceğiniz zararları ise hiç dert etmiyorum. Burası da bizim için Abadzeh'lere ve Şapsığ'lara boyun eğdirdiğimizden daha zor olmayacak. Sizlere merhamet göstereceğimizi ise hiç mi hiç düşünmeyin. Abadzeh'lere karşı merhametsizce davranan sizler değimliydiniz? Onları Ruslarla savaşmaya kim teşvik etti? (Vubıhlar, Kuban'da Ruslara karşı savaşan Abadzeh kardeşlerine yardım için beşbin kişilk bir Vubıh-Abaza-Adige birliği göndermişlerdi). Siz olmasaydınız onlar çoktan rahat rahat Türkiye'de yaşıyor olacaklardı. (Yani çoktan yurtlarından sürülerek Türkiye'ye gönderilmiş olacaklardı.) Sizler en ufak bir merhameti bile hak ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Sizlerle artık herhangi bir görüşme de yapmak istemiyorum. Taleplerimizi mektubumda bildirdim. Yerine getirmeyi istemiyorsanız ordumla yardıma gelirim.
Rusların taleplerini yerine getirmek zorunda olduğumuzun farkındayız, diye söze başladı Elbuz-Hapkh Berzeg, Şamil'i yenen, tüm Dağıstan ve Çeçenistan'ı egemenliği altında alan, bizden daha çok nüfusu bulunan Abadzeh ve Şapsığ'lara boyun eğdirenlerle savaşmaya artık gücümüz yetmeyecek. Biz artık yorgun düşmüş bir halkız ve sizden de alicenaplık ve mertliğin gereği olan merhametten fazla bir şey istemiyoruz.
Bana masal anlatmayın! Ben sizin ciğerinizi bilirim, üzerinize hemen yürümediğim için kendinizi şanslı sayın, herkesin deniz kıyısına inmesi için henüz vaktiniz var. Kıyıya nasıl gidileceğini bilmeyen varsa Şapsığlar ve Abadzehler'den sorup öğrensin. Benim tarafımdan sizlerle bir uzlaşma yoktur ve ileride de olmayacaktır!
“Kahraman” Rus generali ile yaşlı Çerkes-Vubıh liderleri arasındaki görüşmeyi yukarıdaki şekilde anlatan Gürcü asıllı Rus subayı Esadze, elli yıl sonra Rus devletinin emriyle kaleme aldığı anılarında şunları da ekliyor: ”Geyman, bu sözleriyle görüşmeyi sona erdirdi. Yaşlı liderler de halklarının kaderinin kesin bir şekilde belirlenmiş bulunduğunu anladılar. Bu saygın Vubıh'ların Rus kampının ortasındaki durumu son derece güzel bir tablo oluşturuyordu. Görüşmeler herkesin gözü önünde yapılıyordu ve subaylarla askerler (Kafkasya'da) boyun eğmeyen bu son halkın temsilcilerinin davranışlarını büyük bir ilgiyle izliyorlardı. Vubıh'ların hepsinin duruşunda ve bakışlarında bilinçli bir onurluluk göze çarpıyordu. Davranışların da en ufak bir alçalma yada korku yoktu. Ancak bu dakikaları yaşamlarında ilk ve son kez yaşadıkları belliydi. En zayıf noktaları olan onurlarından yaralandıkları görülüyordu. Sırma ve gümüş elbiseli, zengin ve gururlu Vubıhlar artık güçsüz kaldıklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardı.”
Vubıhlar'ın komşusu olan Şapsığlar'a vatanlarını terk etmek için verilmiş olan süre 6 Mart'ta doluyordu. Bir zamanlar Vubıhlar, Abazalar ve diğer Adigelerle birlikte işgalci Rus ordularına Kafkasya'yı dar getirmiş olan bu Çerkes bölgesinin halkı da büyük acılar ve kayıplar pahasına, köyleri yakılarak deniz kıyısına sürülmüş, Tuapse ve Pseşuapse ırmakları arasındaki tüm toprakları da Ruslar tarafından işgal edilerek insandan “temizlenmişti”.
Rus birlikleri 19 Mart'ta Şakhe ırmağı üzerindeki Golovinski (Şekhape) kalesini de alarak Vubıh topraklarına girdiler. Vubıh ülkesinin en gelişmiş yöresi olan Vordane'deki çok sayıda köy ve tüm yerleşim yerleri “uygar” Rus ordusu tarafından yakılarak yok edildi. Ruslar 1838 yılında işgal ve imha ettikleri Vubıh köyü Saşe'nin (Soçi) yerine kurdukları Navaginski kalesinin harabelerini 25 Mart'ta tek bir kurşun atmaksızın aldılar. Bunu bugünkü Soçi yöresinde Vubıhlar'la iç içe yaşayan Ahçıpsu, Aybga, Psov gibi küçük Çerkes (Abaza-Sadz) halklarının “temizlenmesi” ve kalanlarının zorla deniz kıyısına sürülmesi izledi. Bu son işgal ve “temizlik” lere, Rus Çarlarının uşaklığını elli yıldır büyük bir şevkle yapan Gürcü alayları ve milisleri de “başarılı” bir şekilde katıldılar. Böylece Kafkasya'nın Ruslar tarafından fethi tamamlanmış oluyordu.
Bu olay Rus İmparatorluğu için o kadar büyük ve önemliydi ki; Çar II Aleksandr 18 Nisan 1864 günü Kafkasya Genel Valisi'ne şu telgrafı göndermişti: “Vubıhlar sorununun mutlu bir şekilde sonuçlanmasına gerçekten çok sevindim. Bu sonuç dolayısıyla Allah'a şükretmekten başka ne yapabiliriz.”
20 Mayıs günü Soçi yöresindeki tüm köyleri, çiftlikleri yakmış, insanlarını ya öldürmüş yada Türkiye'ye gönderilmek üzere deniz kıyısına sürmüş olan Rus ordusunun “kahraman” birlikleri, Ahçıpsu yöresindeki Gubaada (bugünkü Rusça adıyla “Krasnaya Polyana”) düzlüğünde birleştiler.
21 Mayıs 1864 günü burada Çar'ın Kafkasya Genel Valisi'nin de katıldığı bir törenle Kafkasya'nın fethi ve “Kafkas Savaşı'nın” sonu kutlandı.
Kafkasya (Çerkes) halklarının, kültür ve insani nitelikler açısından kendilerinden çok aşağı görükleri Rus toplumunun siyasi ve kültürel egemenliğini gönül rızası ile kabul etmeleri ve Rus Çarlığı'na boyun eğmeleri (sonradan yapılan tüm politik ve demografik yorumlara karşın) bahis konusu bile olamazdı. Bu yüzden, “milletler hapishanesi” Rusya'nın “Çerkesler'in yarısını silah bırakmaya mecbur etmesi için diğer yarısını yok etmesi gerekiyordu ve yapılan da bundan başka bir şey değildi…” Çerkesya'nın Karadeniz kıyılarının işgali ve sömürgeleştirilmesinde önemli rol oynamış; Vubıh yöresindeki Subeşkh ve Şakhe ırmakları ağzına yapılan Rus çıkarmalarında görev almış bulunan General N.N. Rayevski bile sonradan şunları yazmaktan kendini alamamıştı: “Bizim Kafkasya'da yaptıklarımız İspanyolların Amerika kıtasını ilk işgalleri sırasında yaptıkları felaketi hatırlatıyor. Kafkasya'nın fethi, Rusya tarihinde, o fetihlerin İspanya tarihinde bırakmış olduğu gibi kanlı izler bırakmaz!”
Bu zalimlerin tarihimizde bıraktıkları ve maalesef “bilimsel” yalan ve dolanlarla çoğunu da insanlığın gözünden kaçırdıkları “kanlı izler” bugün de silinebilmiş değil. Örneğin Vubıh-Abaza-Adige'lerin o güzelim yurdu Soçi yöresinde bugün onları adı bile anılmazken “Vubıhlar'ın Sonu”, “Son Vubıh”, “son konuşanı da yok olan Vubıh dili masalları özellikle sürdürülüyor. Kafkasya'nın yiğit evlatları Vubıhlar ise tıpkı diğer Çerkes kardeşleri gibi sürgünde yaşamaya devam ediyor ve yaşam kavgalarını inatla sürdürüyorlar.
Çerkes-Vubıhlar, pek fazla olmayan nüfuslarına ve verdikleri büyük kayıplara karşın, sürgünde de Kafkas diasporasının siyasi kültürel yaşamında, anayurdu kurtarma ve oraya dönme mücadelesinde önemli roller üstlendiler. Bu arada, yaşadıkları ve sürgünleri sırasında kendilerine olanakları nispetinde içtenlikle kucak açmış olan ülke için de büyük hizmet ve fedakarlıklarda bulunmaktan geri kalmadılar.
Vubıhlar'ın daha Kafkasya'da iken başlamış olan yaygın Çerkes dillerini (Adıgece ve Abazaca'yı) benimseme süreci, sürgün ve gurbet yıllarında da sürdü. Bu süreç, konuya yabancı bazı yazarların belirttiklerinin aksine bir “yok olma” değil, Çerkeslerin uluslaşma sürecine yapılan bilinçli bir katkıydı. Sürgünde'ki Çerkesler için ilk Adıge dili alfabesi bir Vubıh olan Ahmed Cavid Paşa tarafından hazırlanmış ve yayımlanmıştı (1897). Osmanlı ülkesinde İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra kurulan Çerkes İttihat ve Teavun Cemiyeti'nin kurucu ve yöneticileri arasında Tuğa Fuad Paşa, Berzeg Mehmed Zeki Paşa, Therkhet Ahmed Cavid Paşa, Şhaplı Osman Ferid Paşa, Pekhu Nazım Paşa… gibi ünlü Vubıhlar önemli, bir yer tutuyorlardı. Diasporada ve tüm dünyada yayınlanan ilk Çerkes kadın dergisi “Diyane” nin yönetici yazarları olan Hunce Hayriye Melek ve Pekhu Seza hanımlar Vubıh idiler. Çızemuğ Halid Lemi Atlı, Bıjnau Muhlis Sabahaddin ve Nev'eser Kökdeş kardeşler gibi ünlü kompozitörler, Hüseyin Avni Lıfij, Zeşu Namık İsmail, Avni Abraş gibi ünlü ressamlar Vubıh kökenlidirler. Türkiye yakın tarihinde en uzun süre Dışişleri Bakanlığı'nda bulunmuş ve Cumhurbaşkanlığı'na vekalet etmiş bulunan Hamt'e İhsan Sabri (Çağlayangil) bir Vubıh idi ve bununda bilincindeydi.
Büyük Çerkes sürgününden on yıl kadar sonra patlayan Osmanlı-Rus savaşı sırasında (1877-78) tüm sürgündeki Kafkas evlatları gibi Vubıhlar'da gönüllü atlı birlikleri halinde Rus Çarlığı'na karşı savaştılar ve Kafkasya kıyılarına yapılan çıkarmalarda yer aldılar. Parolaları “Kafkas'ı kurtarmak ve oraya dönmekti.” Birinci Dünya Savaşı ve Rusya'daki 1917 Devrimi sırasında İstanbul'da faaliyet gösteren “Kafkasya İstiklal Komitesi”, “Şimali Kafkas Cemiyeti”, “Şimali Kafkasya Siyasi Muhacirleri Komitesi” gibi politik kuruluşların başında Mareşal Tuğa Fuad Paşa, Şhaplı Hüseyin Tosun, Şhaplı Hüseyin Kadri, Kheşık İsmail, Zeşu Namık İsmail vb. gibi etkin ve ünlü Vubıhlar yer alıyorlardı.
Aynı şekilde 11 Mayıs 1918 yılında ilan edilen Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ne yardım için Abhazya'ya çıkarılan “Sohum Müfrezesi”nde ve Dağıstan'da savaşan Kafkas Kolordusu'nda da çok sayıda Çerkes-Vubıh bulunuyordu. Aradan yetmiş beş yıl geçtikten sonra, 1993 yılında bağımsızlığını ilan eden Abhazya Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı V.Ardzınba, saldırgan Gürcü ordusuna karşı “Abhazya'da yaşayan Abhazlar'ın silahlı direnişine Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimiz, Türkiye, Suriye, Ürdün'de yaşayan Abhazlar, Kabardeyler, Adigeler ve Vubıhların…” da destek verdiklerini belirtmişti. Glasnost sonrasında maddi ve manevi büyük zorlukları aşarak Kafkasya cumhuriyetlerine dönüp yerleşen ilk “dönüşçü” Çerkesler arasında da Vubıh kökenli kişi ve aileler nüfusları göz önüne alındığında aktif bir çoğunluk oluşturuyorlardı.
Dostlarımız boşuna üzülmesin ve kendilerini biz Çerkeslere düşman hissedenler de boş yere sevinmesinler. Çünkü özellikle son yıllarda, hem anayurdumuzda hem de yabancı ülkelerde bilinçli veya bilinçsiz koparılan yaygaralarına karşın Vubıhlar henüz yok olmuş, hatta tarih sahnesinden çekilmiş değiller. Diğer Kafkaslı-Çerkes kardeşleri arasında ve onlarla daha da bütünleşmiş olarak yaşıyor, eski işlevleri ve etkinliklerini sürdürüyorlar.
Onlar, kendilerini binlerce yıllık yurtlarından sürmeyi başarabildikleri için “Allah'a şükreden” zalim Rus Çarları başta olmak üzere , ne yurtlarında, ne de sürgünde yaşadıkları ülkelerde hiç kimseye boyun eğmediler.
1918'de Rus şoveni Beyaz generallerle Gürcü şoveni Menşevikler, Karadeniz kıyısındaki “sahipsiz” zannettikleri Çerkes (Adıge-Vubıh-Abaza) topraklarını ele geçirmek için tepişirken onlar dişlerini gıcırdatmaktan başka bir şey yapamıyorlardı.
Ama kendilerine ve kardeşlerine yapılan o eşi görülmedik zulümleri hiçbir zaman unutmadılar ve asla affetmediler. Hele cennet yurtları Kafkasya'yı ve güzelim Soçi'yi ne kimseye vermiş, ne de ondan vazgeçmiş değiller. Ve onlar bugün de diyorlar ki: “ Güzeller güzeli Kafkasya'mızda son söz henüz söylenmemiştir”…!
Alıntı