Abhaz Mitolojisi
Başlıca Abhaz tanrı ve tanrıçaları:
Afi: Yıldırım tanrısı
Ançva Şana: Annelik tanrıçası
Ankı: Toprak tanrıçası
Arıs: Savaş tanrısı
Aşxua Mekepsis: Denizciler tanrısı
Atana: Bilgi ve akıl tanrıçası
Aynarjiy: Madencilerin,taşçıların ve heykeltıraşların tanrısı
Aytar: Hayvancılık tanrısı
Azveypşa: Orman ve av tanrısı
Caca: Tarım tanrıçası
Ceres: Tarım tanrısı
Gunda: Bal ve arıcılık tanrıçası
Haniya: Sağlık tanrıçası
Mışındaw: Deniz tanrısı
Nanı/Anan: Bal ve arıcılık tanrısı
Sawına: Değirmencilik tanrıçası
Şefsı: Madencilik tanrısı
Tsıwına: Bolluk ve bereket tanrıçası
Zızlan: Tatlı suların tanrıçası
Ziwawa: Yağmur tanrıçası
Abhaz folkloru, özellikle de Abhaz Prometheus’u Abrskil hakkındaki hikayeler ve Nart destanları, diğer Kafkas halklarının destanları ile büyük benzerlikler gösterir. Nart destanlarının Kuzey Kafkasya folkloründe ve bir dereceye kadar da Transkafkasya folkloründe önemli bir yeri vardır. Bu destanlar, halkın dünyaya bakışını yansıtır ve insan ilişkileri üzerine ilginç yorumlar getirir. Sovyet etnograflarının görüşüne göre Nart destanları, iskitler döneminden (M.ö. 700-800) başlayarak, 13. yy Tatar-Moğol istilalarına kadar uzanan, muhtemelen 2000 yıllık bir dönemde oluşmuştur.
Bazı efsanelere göre cüce bir ırk olan Atzanlar, dev Nartlar’ın ataları idi. Bazılarına göre ise, Atzanlar, Nartlar’la aynı çağda yaşamışlardı ve barışçı, yakın ilişkiler içindeydiler. Aynı bölgede avlanıyorlar ve dağ geleneklerine göre avlarını paylaşıyorlardı. Öylesine küçüktüler ki, bir eğreltiotunun gövdesî üzerinde, dalları kırarak rahatlıkla yürüyebiliyorlardı. Boyutlarının küçüklüğüne rağmen Atzanlar, güce ve cesarete sahiptiler. Örneğin, herhangi bir Atzan av sırasında öldürdüğü dağ keçisini omuzuna alıp, kamp yerine getirebiliyordu. Ayrıca son derece iyi koşucuydular.
Atzanlar, avcılık ve hayvancılıkla geçiniyorlardı. Uzun sakallı, özel bir cins keçi yetiştirmeye başladılar. Aynı zamanda buğday da üretirlerdi. Abhazlar, keçinin ve buğdayın Atzanların insansoyuna bıraktığı armağanlar olduğunu söylüyor.
Atzanlar, zamanlarının çoğunu sürüleriyle birlikte açık havada, yabani çalılıklardan oluşan kulübelerde ya da sürülerini de barındırdıkları küçük taş sığınaklarında geçiriyorlardı.
Abhazya’nın dağlarında bolca görülen küçük taş sığınaklar halen Atzanları çağrıştırır. Ne sıcak, ne soğuk, ne yağmur, ne kar; hiçbirşey Atzanları rahatsız etmezdi. Kabilenin en yaşlısı “Atzanların büyük babası” dışında hiçkimsenin otoritesini tanımıyorlardı. Fakat iyi, dürüst, küçük insanlardı. Diğer insanlarla ilişkilerinde eşit haklar talep ediyorlar, lütuf istemiyorlardı. Gururlu ve özgürlük aşığı idiler.
Atzanların sonunu şöyle anlatıyorlar:
Birgün Atzanlar kalelerinde otururken, beklenmedik bir biçimde gökyüzünden altın bir beşik içinde mucizevi bir çocuk inmiş. Bu iyi insanlar çocuğu sevinçle ve şevkatle süt kardeş kabul etmişler. Böylece Atzanlar farkında olmadan Tanrı’nın yeğeni ya da oğlunun süt anne-babası olarak Tanrı ile akraba olmuşlar. Çocuk, normal boyutlarda hoş bir genç olarak büyümüş. Süreç içinde süt ebeveynlerini bırakarak gökyüzüne dönmüş. Sınırsız özgürlükleri zamanla Atzanları kibirli, kontrolsüz ve sahtekar yapmış. Her tür otoritenin, Tanrı’nın bile varlığını yadsımaya başlamışlar. “Yukarıda gökyüzü, aşağıda biz varız. Tanrı da kim oluyor?” diyorlarmış.
Su kaynaklarını kirleten pis yaratıklar olmuşlar. Kenarına yerleştikleri azgın sular kuruyup yokolmuş. İdrarlarını yaparken yüzlerini alay edercesine gökyüzüne çevirmeye başlamışlar. Ekşi sütlerini muhafaza ettikleri ağaç varilleri, zevk için atış talimi yapmak üzere kullanmaya başlamışlar.
Tüm bunlar Tanrı’nın hoşuna gitmemiş ve sınırsız bir öfkeye kapılmış Tanrı. “Beni hiçe saymanın ne demek olduğunu onlara göstereceğim ” diyerek, Atzanları saygısızlıkları ve sadakatsizlikleri yüzünden cezalandırmaya karar vermiş. Ancak, verebileceği en iyi cezanın ne olacağını bilmiyormuş. Böylece, Atzanlar tarafından büyütülen yeğenini (oğlunu) yanına çağırmış ve onları mahvetmenin en iyi yolunu keşfetmesi için görevlendirmiş.
Tanrı’nın ulağı, taş sığınaklarında birarada oturan Atzanların yanına ulaşmış. En yaşlılarına hitaben sormuş:
“Çok küçüksünüz ama hiçbirşeyden korkmuyorsunuz. Söyleyin, sizi altedebilecek bir güç var mı?”
Yanıtlamışlar:
“Bizi yenebilecek tek güç ateştir. Eğer kuru pamuk yoğun kar gibi tüm yeryüzünü kaplar ve üzerine tüm dünyayı tutuşturup yakacak bir kıvılcım düşerse işte bu bizi yokedebilir. Başka hiçbirşeyden korkmayız.” Bunu duyan genç, kayıplara karışmış.
Aradan zaman geçmiş. Birgün Atzanların 300 yaşındaki babaları sürüsüyle birlikte gölgede dinleniyormuş. Gölgeyi sağlayan da bir keçinin uzun sakalı imiş; artık keçi nasıl bir keçiymiş, ne biçim bir sakalı varmış siz tahayyül edin. Aniden, keçinin yerlere değen ve genellikle kımıldamayan o uzun sakalının garip bir biçimde titremeye başladığını hissetmiş. Bu titremenin nedeni Tanrının yeryüzüne gönderdiği rüzgarmış. Yaşlı bilgeyi müthiş bir korku sarmış ve tüm Atzanlar bir felaketin yaklaştığını hissetmiş.
“Evlatlarım ” demiş yaşlı adam ağlayarak, “O genci boşuna büyüttüğümüz anlaşılıyor. Onu bağrımıza bastık ancak o bize ihanet etti. Ne var ki yapabileceğimiz birşey yok, sonumuz geldi.” Yaşlı adam kabile arkadaşlarına hitabederek ve artan rüzgardan sakalı gitgide daha çok titreyen keçiyi göstererek bunları söylemiş. “Bu rüzgar iyiye işaret değil…” diyormuş kendi kendine. Rüzgar şiddetlenmiş, güneşi kuşatan kara bulutlar getirmiş. Bulutların arkasından yeryüzüne doğru beyaz pamuk yığınları düşmeye başlamış. Sonra gök gürlemiş, şimşek çakmış; şimşeğin kıvılcımları pamuğu tutuşturmuş ve bir dakika içinde herşey yanıp kül olmuş. Böylece Atzanlar korkunç bir şekilde canvermişler. Küstah ve kibirli olmanın bedelini böyle korkunç bir son ile ödemişler.
Atzanlann bu engin folkloründe adalarındaki en yaşlı kişi dışında hiç bir kişilikten özellikle sözedilmemesi dikkat çekicidir. Bu durum, birçok karakterin bireysel özellikler gösterdiği Nart destanları ile tezat teşkil eder. Ayrıca hayvan yetiştiriciliği, avcılık, bitki yetiştirme, hasat gibi tüm etkinliklerde Atzanlar grup halinde yer almışlardır, İnal-ipa’ya göre bu özellik, Atzanlar arasında güçlü bir kollektivizm ve grup ruhu olduğunu doğruluyor.
Abhazya’nın tüm efsaneleri içinde Atzanlar efsanesi belki de ilahı bir yaratığın insanları oyuna getirip mahvettiği ve kaderci bir yaklaşım gösteren tek efsane. Yerel Prometheus efsaneleri gibi o da Yunanlılardan etkilenmiş olabilir. Ancak, Yunan tanrıları, insanları yoketmeden önce ensest ya da aşırı gururlanma gibi suçlara yöneltmişlerdir. Bu örnekte ise Atzanlar suç işlememiş ama güven duymuş, konukseverlik göstermişlerdir.
Bir yiğitler kabilesi olan Nartlar’ın temel uğraşısı ve bir Nart için en onurlu iş savaşmaktı. Demircilik ve metalürji sanatları da övgüye değer işlerdi. Nartlar korkusuz ve güçlü idi,
Güçleri, şarkılara konu olmuştu.
Ve tüm zamanlarım savaşta geçirirlerdi.
Nart destanları, şan şeref kazanmak için çıkılan seferleri, av serüvenlerini, ölenleri ve savaşla ilgili oyunları anlatan ye bu savaşçı halkın ideallerini yansıtan sonu gelmeyen öykülerle doludur. Savaşmalarının amacı hayvan sürüleri ve başka değerli şeyleri çalmak, talan etmekti. Aynı zamanda, vatanı savunmayla ilgili öyküler de zaman zaman anlatılır. Smirnova, Nartların “askeri demokrasi” döneminde diğer insanlardan farklı, savaşçı bir grup olduğunu (Homeros’un İlyada’sında anlatılan Yunan toplumu ile karşılaştırılabilir), ve köylülerin yaklaşan zaferini yansıtması nedeniyle de Nart destanlarının daha demokratik olduklarını düşünüyor.
Nartlar aynı annenin, Seteney Guaşe’nin yüz oğludur. Avladıkları en iyi hayvanın kemik iliği ile besleyerek onurlandırdıkları bir de kızkardeşleri vardır. Birgün Seteney Guaşe yeni dokuduğu kumaşı nehir kenarında yıkarken sıcaktan bunalır ve giysilerini çıkarıp suda serinlemeye karar verir. Sırtüstü yüzerken birden nehrin karşı kıyısında sürüsünü otlatan, oğullarının çobanı Zartyzh’ı görür. O’na seslenir ve yüzerek yanına gelmesini ister. Seteney’in güzelliği karşısında altüst olan Zartyzh nehre atlar ve karşı kıyıya doğru yüzmeye çalışır ancak güçlü akıntı ona engel olur. Sonunda umudunu yitirir ve”Gelemiyorum. Sudan çık ve iri kayanın yanında dur. Okumu kayaya fırlatacağım ve sen hamile kalacaksın, fakat demirci Ainar’ın buraya gelmesini ve okun değdiği yeri kayadan koparıp sana vermesini rica etmelisin. Daha sonra bir çocuğun olacak.” diye seslenir Seteney’e. Seteney söyleneni yapar ve oniki ay sonra, Savsuruko adını verdiği bir erkek çocuk dünyaya getirir. Babası belirsiz olduğu için
Savsuruko’nun “gerçek bir Nart” olmadığı da söylenir. Seteney Guaşe zekası ile olduğu kadar güzelliği ve ebedi gençliği ile de ünlüdür. Yaşlı ve bitkin bir adam olan ve bütün gün ateşin basında oturan kocasından daha önde gelir. Doksandokuz oğlu annelerinin güzelliğine, ev kadını ve anne olarak üstün yeteneklerine taparlar. Uzun süren bir seferden döndüklerinde onu yeni doğmuş bir bebekle görünce, babalarının baba olacak çağı geride bıraktığının bilincinde olarak, bebeğin kimden olduğunu bilmek isterler. Seteney bunun doğaüstü bir doğum olduğunu ve detaylarını açıklamayacağını belirtir. Ancak, daha sonra Savsuruko annesini, kendisine gerçeği söylemeye zorlamıştır. Diğer kardeşleri ile eşit olmak ve onlar tarafından sevilmek isteyen Savsuruko ile doksandokuz kardeşi arasında büyük bir çekişme vardır. “Sen yasalara uygun biçimde doğmadın, baban bilinmiyor ve bizim kardeşimiz değilsin” diyerek onu aşağılarlar. Ayrıca Savsuruko üstün yetenekleri olan biridir ve kardeşleri buna tahammül edememektedir. Savsuruko, doğduğu günden beri, cesaret isteyen her tür işin üstesinden gelmektedir. Demirci Ainar onu bir bacağından tutup, sıcak çelik dolu bir kazanın içine daldırıp çıkarmış ve bu çelikten bir miktar da boğazına akıtmıştır. Vücudunda çeliğin değmediği tek yer Ainar’ın onu kazana daldırırken tuttuğu bacağıdır. Bu yüzden (Yunanlı Achilles gibi) tüm tehlikelere karşı bağışıklığının olduğuna inanılır. Büyük bir kayayı iterken çeliğin değmediği bacağını kullanması için onu kışkırtan kardeşleri sonunda Savsuruko’yu öldürmeyi başarırlar. Savsuruko’nun ayağı kırılır ve ölür.
Birçok Nart destanı savaş hünerlerinin yanısıra savaşçıların zırh, ok ve yaylarından da sözeder. Demirci Ainar güçlü ve zeki biri olarak tanıtılır. Sağ eli çekiç, sol eli maşadır ve sol bacağını örs olarak kullanır.
Günün birinde Savsuruko ormanda avlanırken öldürdüğü bir boğanın yanında duran minik Atzanlardan birini görür. Boğa öylesine büyüktür ki yanında duran cüce güçlükle seçilebilmektedir. Küçük Atzan “Benim payımı ver, gerisi senin olsun” diyerek avı paylaşmayı önerir. “Olmaz” der kurnaz Savsuruko “taşıyabileceğin kadarını al, gerisi bana yeter”. “Ne kadar taşıyabilirsin ki küçük adam” diye düşünür bir yandan da. Fakat Atzan tuzağa düşmez, boğanın ayaklarını bağlar, sırtına yükler ve sessizce çekip gider. Savsuruko, eli boş döner.
Aynı öykü, Kun adındaki bir başka Nart için de söylenir. Kun, Atzan’ı evine kadar izler ve eve ulaştığında, cüce Atzan’ın kızkardeşi Zilyka’yı görür. Zilyka öylesine iştahla yün eğirmektedir ki ev yerinden oynamaktadır. Kun, Zilyka’dan hoşlanır ve onunla evlenmek ister ama Atzanlar gönülsüzdür. Halktan birinin, onu küçümseyebilen gururlu Nartlar’a gelin gitmesini doğru bulmazlar. Kun.Zilyka’ya her zaman saygı göstereceğine yemin eder. Zilyka ise, onunla evlenmek istediğini ancak cüce olduğu için kendisini aşağılamaya kalkarsa derhal Kun’u terkedeceğini bildirir.
Düğün şöleni için yüz boğa kesilir, iyi bir eş olarak Zilyka, evleninceye kadar düğün evinden dışarı çıkmaz fakat öldürülen boğaların derisinden bir top yapar ve pencereden atar. Nartlar bu topla oynarlar ve onu öylesine yükseğe fırlatırlar ki, top bulutlara değer.
Birgün Kun, diğer Nartlarla birlikte at yarışına gitmek üzere iken, giyeceği çizmenin yırtıldığını farkeder. Zilyka, yırtığı görmemiştir. “Talihsiz başım. Cüce bir kadınla evlenirsen olacağı budur.” diye yakınır. Zilyka kocasının söylediklerini tesadüfen duyar, eve girer, bıçakla karnını kesip, çıkardığı çocuğu pencereden fırlatır. “Beni size bağlayan başka da birşey yok” diyerek evi terkeder ve ailesine döner.
Kun ve diğer Nartlar çok üzgündür. Bebek çimenlerin üzerinde yatmaktadır ancak bir demircinin ocağı kadar sıcak olduğu için kimse ona yaklaşamaz. Sonunda Kun’un ailesi Zilyka’ya haber gönderir ve ne yapmak gerektiğini sorar. Zilyka, bebeğin erimiş demirle beslenmesi gerektiğini söyler ve gerçekten de bu şekilde serpilip geliştiği görülür. Bebeğe Tzvitzv adı verilir. Tzvitzv’in bir kahraman olması beklenir ama o ateşin yanında oturup ağaç yontmaktan başka birşey yapmaz. Gerçekte ise tüm diğer Nartlar’dan daha kurnaz, cesur, alçakgönüllü ve soyludur. Savaşmaya giderken kılık değiştirir ve atlarını da siyah, beyaza boyar. Birgün Nartlar, ganimetlerini paylaşırken o da kendi payını ister. “Bunu haketmek için ne yaptın?” diye sorarlar. “Su, gerçeği söyleyecektir” der. Bunun üzerine kazanlar dolusu su getirilir ve Tzvitz yaptığı işleri sıraladığında kazanındaki su kaynayıp taşar. Böylece gerçeği söylediği anlaşılır ve Savsuruko onu kucaklar.
Nihayet Nartların nesli tükenir, insanlar üzgündür. En akıllılarından biri “Oldukça varlıklıyız. Niçin hayvanlardan bir kısmını öldürüp yemiyoruz? Böylece bu büyük kayba daha kolay dayanırız” der. Kararlaştırılan günde bir araya gelirler. Birkaçı şölen hazırlamakla görevlendirilir. Bir kısmı da Nartların atlarını yakalamakla yükümlüdür ve atların üstüne atarçe’em adı verilen cenaze törenlerine özgü battaniyeler örterler. Yalnız Savsuruko’nun [Sosruko’nun] atını yakalayamazlar. Şöleni hazırlayanlar çok çalışır fakat diğerleri sadece oturup Nartlar üzerine hayal kurarlar. Sıkılınca at yarışı ve ok atma yarışması düzenlerler, birinci gelenlere ödüller verilir. Alyansları için bestelenmiş şarkılar söylerler. Şenlikler yedi gün sürer.
Birgün, erdemli biri olan bir seyyah evine dönmektedir. Gece bastırınca ormanda uyumak zorunda kalır. Uykusunda birisi “Savsuruko, konuğu alıp gel, yemek yiyeceğiz.” diye seslenir. Sonra Savsuruko seyyahın yanına gelir ve Nartların, üzeri yiyecek dolu masaların etrafında oturduğu yere götürür onu. Yalnız Savsuruko’nun masası boştur. Konuk yanlarına geldiğinde Nartların hepsi Savsuruko’nun masasına bir miktar yiyecek getirip koyar. Savsuruko konuğa şu açıklamayı yapar:
“Öldüğümüzde, komşularımız varımızı yoğumuzu cenaze törenleri için harcadı. Ancak, benim atım yakalanmadığı ve yarışa katılmadığı için, cenaze yemeğinden payımı vermediler. Atımın adı Bzoy’dur ve çelikle beslenir. Ormanda uyuduğun yer benim mezarımdır.”
Seyyah uyanınca Nartların köyüne gider ve herkesi toplantıya çağırır. Gördüklerini onlara anlatır. Savsuruko için bir anma töreni yapmaya karar verirler ancak Nartların zenginliğinden geriye çok az birşey kaldığı için kendi hayvanlarını getirip keserler. Seyyah da dahil herkes ne verebiliyorsa verir ve güzel bir tören düzenlerler. Seyyah, Savsuruko’nun atını yakalar, üzerine battaniye örter ve daha sonra ona biner. Törene katılanlar dağılmadan Önce, ne zaman birisi ölse tüm akraba ve komşularının büyük bir şölen vermesi ve alyansları düzenlemesi gerektiğine karar verirler. Cenaze yemeklerinde sadece at yarışı şarkısı söylenecektir ve dans edilmeyecektir artık. Söylencelerden anlaşıldığına göre, Savsuruko’nun yaşadığı olumsuzlukların çoğunun nedeni gayrımeşru olması yüzündendir. Meşru olmak, babaya bağlıdır, ve eğer anne babadan boşanırsa, çocuklar babanın sülalesine aittir. Abhazya’da üvey kardeş kavramı yoktur. Öyküler genelde Abhaz dünya görüşünü ve aile yapısını yansıtır.
Çoğu Avrupa hikayelerinde gelinini ezmeye çalışan bir kayınvalide tiplemesi vardır. Abhaz folkloründe ise bunun tersi gözlenir: kayınvalidesini incitmeye çalışan kötü niyetli bir gelin. Bir hikayede genç gelin, eşi ve kayınvalidesi arasında sorun yaratmak için çeşitli yollar dener. Eşi, onun çabalarının farkındadır ancak sessiz kalır. Gelinin en gözde numarası, diğer tabaklardan ayırabilmek için küçük bir işaret koyduğu kayınvalidesinin tabağına bolca tuz ilave etmektir. Yaşlı kadın asla şikayetçi olmaz ama durmadan da su içme gereksinimi duyar.
Bir gün genç adam karısına bir ders vermeye karar verir. Arkasına döndüğü bir anda tabakları değiştirir böylece gelin kendi hazırladığı tuzlu yemeği yemek zorunda kalır. Yatmadan önce genç adam gece içilmek üzere ayrılmış olan suyu da döker.
Gelin susuzluktan yanmış bir halde uyanır, su içebilmek için dere kenarına gitmek zorunda kalır. Kocası sessizce onu izler ve tam su içmek üzere dizlerinin üzerine suya eğilince arkasından sessizce yaklaşır ve birkaç kez suya doğru iter, ta ki eşi kendinden geçinceye kadar. Sonra da onu derenin kenarında bırakarak sessizce eve döner. Genç kadın ayılınca eve döner ve kocasına, kayınvalidesine kötü davrandığı için ruhların kendisini cezalandırdığını anlatır. Ve bir daha asla öyle davranmaz.
Başlıca Abhaz tanrı ve tanrıçaları:
Afi: Yıldırım tanrısı
Ançva Şana: Annelik tanrıçası
Ankı: Toprak tanrıçası
Arıs: Savaş tanrısı
Aşxua Mekepsis: Denizciler tanrısı
Atana: Bilgi ve akıl tanrıçası
Aynarjiy: Madencilerin,taşçıların ve heykeltıraşların tanrısı
Aytar: Hayvancılık tanrısı
Azveypşa: Orman ve av tanrısı
Caca: Tarım tanrıçası
Ceres: Tarım tanrısı
Gunda: Bal ve arıcılık tanrıçası
Haniya: Sağlık tanrıçası
Mışındaw: Deniz tanrısı
Nanı/Anan: Bal ve arıcılık tanrısı
Sawına: Değirmencilik tanrıçası
Şefsı: Madencilik tanrısı
Tsıwına: Bolluk ve bereket tanrıçası
Zızlan: Tatlı suların tanrıçası
Ziwawa: Yağmur tanrıçası
Abhaz folkloru, özellikle de Abhaz Prometheus’u Abrskil hakkındaki hikayeler ve Nart destanları, diğer Kafkas halklarının destanları ile büyük benzerlikler gösterir. Nart destanlarının Kuzey Kafkasya folkloründe ve bir dereceye kadar da Transkafkasya folkloründe önemli bir yeri vardır. Bu destanlar, halkın dünyaya bakışını yansıtır ve insan ilişkileri üzerine ilginç yorumlar getirir. Sovyet etnograflarının görüşüne göre Nart destanları, iskitler döneminden (M.ö. 700-800) başlayarak, 13. yy Tatar-Moğol istilalarına kadar uzanan, muhtemelen 2000 yıllık bir dönemde oluşmuştur.
Bazı efsanelere göre cüce bir ırk olan Atzanlar, dev Nartlar’ın ataları idi. Bazılarına göre ise, Atzanlar, Nartlar’la aynı çağda yaşamışlardı ve barışçı, yakın ilişkiler içindeydiler. Aynı bölgede avlanıyorlar ve dağ geleneklerine göre avlarını paylaşıyorlardı. Öylesine küçüktüler ki, bir eğreltiotunun gövdesî üzerinde, dalları kırarak rahatlıkla yürüyebiliyorlardı. Boyutlarının küçüklüğüne rağmen Atzanlar, güce ve cesarete sahiptiler. Örneğin, herhangi bir Atzan av sırasında öldürdüğü dağ keçisini omuzuna alıp, kamp yerine getirebiliyordu. Ayrıca son derece iyi koşucuydular.
Atzanlar, avcılık ve hayvancılıkla geçiniyorlardı. Uzun sakallı, özel bir cins keçi yetiştirmeye başladılar. Aynı zamanda buğday da üretirlerdi. Abhazlar, keçinin ve buğdayın Atzanların insansoyuna bıraktığı armağanlar olduğunu söylüyor.
Atzanlar, zamanlarının çoğunu sürüleriyle birlikte açık havada, yabani çalılıklardan oluşan kulübelerde ya da sürülerini de barındırdıkları küçük taş sığınaklarında geçiriyorlardı.
Abhazya’nın dağlarında bolca görülen küçük taş sığınaklar halen Atzanları çağrıştırır. Ne sıcak, ne soğuk, ne yağmur, ne kar; hiçbirşey Atzanları rahatsız etmezdi. Kabilenin en yaşlısı “Atzanların büyük babası” dışında hiçkimsenin otoritesini tanımıyorlardı. Fakat iyi, dürüst, küçük insanlardı. Diğer insanlarla ilişkilerinde eşit haklar talep ediyorlar, lütuf istemiyorlardı. Gururlu ve özgürlük aşığı idiler.
Atzanların sonunu şöyle anlatıyorlar:
Birgün Atzanlar kalelerinde otururken, beklenmedik bir biçimde gökyüzünden altın bir beşik içinde mucizevi bir çocuk inmiş. Bu iyi insanlar çocuğu sevinçle ve şevkatle süt kardeş kabul etmişler. Böylece Atzanlar farkında olmadan Tanrı’nın yeğeni ya da oğlunun süt anne-babası olarak Tanrı ile akraba olmuşlar. Çocuk, normal boyutlarda hoş bir genç olarak büyümüş. Süreç içinde süt ebeveynlerini bırakarak gökyüzüne dönmüş. Sınırsız özgürlükleri zamanla Atzanları kibirli, kontrolsüz ve sahtekar yapmış. Her tür otoritenin, Tanrı’nın bile varlığını yadsımaya başlamışlar. “Yukarıda gökyüzü, aşağıda biz varız. Tanrı da kim oluyor?” diyorlarmış.
Su kaynaklarını kirleten pis yaratıklar olmuşlar. Kenarına yerleştikleri azgın sular kuruyup yokolmuş. İdrarlarını yaparken yüzlerini alay edercesine gökyüzüne çevirmeye başlamışlar. Ekşi sütlerini muhafaza ettikleri ağaç varilleri, zevk için atış talimi yapmak üzere kullanmaya başlamışlar.
Tüm bunlar Tanrı’nın hoşuna gitmemiş ve sınırsız bir öfkeye kapılmış Tanrı. “Beni hiçe saymanın ne demek olduğunu onlara göstereceğim ” diyerek, Atzanları saygısızlıkları ve sadakatsizlikleri yüzünden cezalandırmaya karar vermiş. Ancak, verebileceği en iyi cezanın ne olacağını bilmiyormuş. Böylece, Atzanlar tarafından büyütülen yeğenini (oğlunu) yanına çağırmış ve onları mahvetmenin en iyi yolunu keşfetmesi için görevlendirmiş.
Tanrı’nın ulağı, taş sığınaklarında birarada oturan Atzanların yanına ulaşmış. En yaşlılarına hitaben sormuş:
“Çok küçüksünüz ama hiçbirşeyden korkmuyorsunuz. Söyleyin, sizi altedebilecek bir güç var mı?”
Yanıtlamışlar:
“Bizi yenebilecek tek güç ateştir. Eğer kuru pamuk yoğun kar gibi tüm yeryüzünü kaplar ve üzerine tüm dünyayı tutuşturup yakacak bir kıvılcım düşerse işte bu bizi yokedebilir. Başka hiçbirşeyden korkmayız.” Bunu duyan genç, kayıplara karışmış.
Aradan zaman geçmiş. Birgün Atzanların 300 yaşındaki babaları sürüsüyle birlikte gölgede dinleniyormuş. Gölgeyi sağlayan da bir keçinin uzun sakalı imiş; artık keçi nasıl bir keçiymiş, ne biçim bir sakalı varmış siz tahayyül edin. Aniden, keçinin yerlere değen ve genellikle kımıldamayan o uzun sakalının garip bir biçimde titremeye başladığını hissetmiş. Bu titremenin nedeni Tanrının yeryüzüne gönderdiği rüzgarmış. Yaşlı bilgeyi müthiş bir korku sarmış ve tüm Atzanlar bir felaketin yaklaştığını hissetmiş.
“Evlatlarım ” demiş yaşlı adam ağlayarak, “O genci boşuna büyüttüğümüz anlaşılıyor. Onu bağrımıza bastık ancak o bize ihanet etti. Ne var ki yapabileceğimiz birşey yok, sonumuz geldi.” Yaşlı adam kabile arkadaşlarına hitabederek ve artan rüzgardan sakalı gitgide daha çok titreyen keçiyi göstererek bunları söylemiş. “Bu rüzgar iyiye işaret değil…” diyormuş kendi kendine. Rüzgar şiddetlenmiş, güneşi kuşatan kara bulutlar getirmiş. Bulutların arkasından yeryüzüne doğru beyaz pamuk yığınları düşmeye başlamış. Sonra gök gürlemiş, şimşek çakmış; şimşeğin kıvılcımları pamuğu tutuşturmuş ve bir dakika içinde herşey yanıp kül olmuş. Böylece Atzanlar korkunç bir şekilde canvermişler. Küstah ve kibirli olmanın bedelini böyle korkunç bir son ile ödemişler.
Atzanlann bu engin folkloründe adalarındaki en yaşlı kişi dışında hiç bir kişilikten özellikle sözedilmemesi dikkat çekicidir. Bu durum, birçok karakterin bireysel özellikler gösterdiği Nart destanları ile tezat teşkil eder. Ayrıca hayvan yetiştiriciliği, avcılık, bitki yetiştirme, hasat gibi tüm etkinliklerde Atzanlar grup halinde yer almışlardır, İnal-ipa’ya göre bu özellik, Atzanlar arasında güçlü bir kollektivizm ve grup ruhu olduğunu doğruluyor.
Abhazya’nın tüm efsaneleri içinde Atzanlar efsanesi belki de ilahı bir yaratığın insanları oyuna getirip mahvettiği ve kaderci bir yaklaşım gösteren tek efsane. Yerel Prometheus efsaneleri gibi o da Yunanlılardan etkilenmiş olabilir. Ancak, Yunan tanrıları, insanları yoketmeden önce ensest ya da aşırı gururlanma gibi suçlara yöneltmişlerdir. Bu örnekte ise Atzanlar suç işlememiş ama güven duymuş, konukseverlik göstermişlerdir.
Bir yiğitler kabilesi olan Nartlar’ın temel uğraşısı ve bir Nart için en onurlu iş savaşmaktı. Demircilik ve metalürji sanatları da övgüye değer işlerdi. Nartlar korkusuz ve güçlü idi,
Güçleri, şarkılara konu olmuştu.
Ve tüm zamanlarım savaşta geçirirlerdi.
Nart destanları, şan şeref kazanmak için çıkılan seferleri, av serüvenlerini, ölenleri ve savaşla ilgili oyunları anlatan ye bu savaşçı halkın ideallerini yansıtan sonu gelmeyen öykülerle doludur. Savaşmalarının amacı hayvan sürüleri ve başka değerli şeyleri çalmak, talan etmekti. Aynı zamanda, vatanı savunmayla ilgili öyküler de zaman zaman anlatılır. Smirnova, Nartların “askeri demokrasi” döneminde diğer insanlardan farklı, savaşçı bir grup olduğunu (Homeros’un İlyada’sında anlatılan Yunan toplumu ile karşılaştırılabilir), ve köylülerin yaklaşan zaferini yansıtması nedeniyle de Nart destanlarının daha demokratik olduklarını düşünüyor.
Nartlar aynı annenin, Seteney Guaşe’nin yüz oğludur. Avladıkları en iyi hayvanın kemik iliği ile besleyerek onurlandırdıkları bir de kızkardeşleri vardır. Birgün Seteney Guaşe yeni dokuduğu kumaşı nehir kenarında yıkarken sıcaktan bunalır ve giysilerini çıkarıp suda serinlemeye karar verir. Sırtüstü yüzerken birden nehrin karşı kıyısında sürüsünü otlatan, oğullarının çobanı Zartyzh’ı görür. O’na seslenir ve yüzerek yanına gelmesini ister. Seteney’in güzelliği karşısında altüst olan Zartyzh nehre atlar ve karşı kıyıya doğru yüzmeye çalışır ancak güçlü akıntı ona engel olur. Sonunda umudunu yitirir ve”Gelemiyorum. Sudan çık ve iri kayanın yanında dur. Okumu kayaya fırlatacağım ve sen hamile kalacaksın, fakat demirci Ainar’ın buraya gelmesini ve okun değdiği yeri kayadan koparıp sana vermesini rica etmelisin. Daha sonra bir çocuğun olacak.” diye seslenir Seteney’e. Seteney söyleneni yapar ve oniki ay sonra, Savsuruko adını verdiği bir erkek çocuk dünyaya getirir. Babası belirsiz olduğu için
Savsuruko’nun “gerçek bir Nart” olmadığı da söylenir. Seteney Guaşe zekası ile olduğu kadar güzelliği ve ebedi gençliği ile de ünlüdür. Yaşlı ve bitkin bir adam olan ve bütün gün ateşin basında oturan kocasından daha önde gelir. Doksandokuz oğlu annelerinin güzelliğine, ev kadını ve anne olarak üstün yeteneklerine taparlar. Uzun süren bir seferden döndüklerinde onu yeni doğmuş bir bebekle görünce, babalarının baba olacak çağı geride bıraktığının bilincinde olarak, bebeğin kimden olduğunu bilmek isterler. Seteney bunun doğaüstü bir doğum olduğunu ve detaylarını açıklamayacağını belirtir. Ancak, daha sonra Savsuruko annesini, kendisine gerçeği söylemeye zorlamıştır. Diğer kardeşleri ile eşit olmak ve onlar tarafından sevilmek isteyen Savsuruko ile doksandokuz kardeşi arasında büyük bir çekişme vardır. “Sen yasalara uygun biçimde doğmadın, baban bilinmiyor ve bizim kardeşimiz değilsin” diyerek onu aşağılarlar. Ayrıca Savsuruko üstün yetenekleri olan biridir ve kardeşleri buna tahammül edememektedir. Savsuruko, doğduğu günden beri, cesaret isteyen her tür işin üstesinden gelmektedir. Demirci Ainar onu bir bacağından tutup, sıcak çelik dolu bir kazanın içine daldırıp çıkarmış ve bu çelikten bir miktar da boğazına akıtmıştır. Vücudunda çeliğin değmediği tek yer Ainar’ın onu kazana daldırırken tuttuğu bacağıdır. Bu yüzden (Yunanlı Achilles gibi) tüm tehlikelere karşı bağışıklığının olduğuna inanılır. Büyük bir kayayı iterken çeliğin değmediği bacağını kullanması için onu kışkırtan kardeşleri sonunda Savsuruko’yu öldürmeyi başarırlar. Savsuruko’nun ayağı kırılır ve ölür.
Birçok Nart destanı savaş hünerlerinin yanısıra savaşçıların zırh, ok ve yaylarından da sözeder. Demirci Ainar güçlü ve zeki biri olarak tanıtılır. Sağ eli çekiç, sol eli maşadır ve sol bacağını örs olarak kullanır.
Günün birinde Savsuruko ormanda avlanırken öldürdüğü bir boğanın yanında duran minik Atzanlardan birini görür. Boğa öylesine büyüktür ki yanında duran cüce güçlükle seçilebilmektedir. Küçük Atzan “Benim payımı ver, gerisi senin olsun” diyerek avı paylaşmayı önerir. “Olmaz” der kurnaz Savsuruko “taşıyabileceğin kadarını al, gerisi bana yeter”. “Ne kadar taşıyabilirsin ki küçük adam” diye düşünür bir yandan da. Fakat Atzan tuzağa düşmez, boğanın ayaklarını bağlar, sırtına yükler ve sessizce çekip gider. Savsuruko, eli boş döner.
Aynı öykü, Kun adındaki bir başka Nart için de söylenir. Kun, Atzan’ı evine kadar izler ve eve ulaştığında, cüce Atzan’ın kızkardeşi Zilyka’yı görür. Zilyka öylesine iştahla yün eğirmektedir ki ev yerinden oynamaktadır. Kun, Zilyka’dan hoşlanır ve onunla evlenmek ister ama Atzanlar gönülsüzdür. Halktan birinin, onu küçümseyebilen gururlu Nartlar’a gelin gitmesini doğru bulmazlar. Kun.Zilyka’ya her zaman saygı göstereceğine yemin eder. Zilyka ise, onunla evlenmek istediğini ancak cüce olduğu için kendisini aşağılamaya kalkarsa derhal Kun’u terkedeceğini bildirir.
Düğün şöleni için yüz boğa kesilir, iyi bir eş olarak Zilyka, evleninceye kadar düğün evinden dışarı çıkmaz fakat öldürülen boğaların derisinden bir top yapar ve pencereden atar. Nartlar bu topla oynarlar ve onu öylesine yükseğe fırlatırlar ki, top bulutlara değer.
Birgün Kun, diğer Nartlarla birlikte at yarışına gitmek üzere iken, giyeceği çizmenin yırtıldığını farkeder. Zilyka, yırtığı görmemiştir. “Talihsiz başım. Cüce bir kadınla evlenirsen olacağı budur.” diye yakınır. Zilyka kocasının söylediklerini tesadüfen duyar, eve girer, bıçakla karnını kesip, çıkardığı çocuğu pencereden fırlatır. “Beni size bağlayan başka da birşey yok” diyerek evi terkeder ve ailesine döner.
Kun ve diğer Nartlar çok üzgündür. Bebek çimenlerin üzerinde yatmaktadır ancak bir demircinin ocağı kadar sıcak olduğu için kimse ona yaklaşamaz. Sonunda Kun’un ailesi Zilyka’ya haber gönderir ve ne yapmak gerektiğini sorar. Zilyka, bebeğin erimiş demirle beslenmesi gerektiğini söyler ve gerçekten de bu şekilde serpilip geliştiği görülür. Bebeğe Tzvitzv adı verilir. Tzvitzv’in bir kahraman olması beklenir ama o ateşin yanında oturup ağaç yontmaktan başka birşey yapmaz. Gerçekte ise tüm diğer Nartlar’dan daha kurnaz, cesur, alçakgönüllü ve soyludur. Savaşmaya giderken kılık değiştirir ve atlarını da siyah, beyaza boyar. Birgün Nartlar, ganimetlerini paylaşırken o da kendi payını ister. “Bunu haketmek için ne yaptın?” diye sorarlar. “Su, gerçeği söyleyecektir” der. Bunun üzerine kazanlar dolusu su getirilir ve Tzvitz yaptığı işleri sıraladığında kazanındaki su kaynayıp taşar. Böylece gerçeği söylediği anlaşılır ve Savsuruko onu kucaklar.
Nihayet Nartların nesli tükenir, insanlar üzgündür. En akıllılarından biri “Oldukça varlıklıyız. Niçin hayvanlardan bir kısmını öldürüp yemiyoruz? Böylece bu büyük kayba daha kolay dayanırız” der. Kararlaştırılan günde bir araya gelirler. Birkaçı şölen hazırlamakla görevlendirilir. Bir kısmı da Nartların atlarını yakalamakla yükümlüdür ve atların üstüne atarçe’em adı verilen cenaze törenlerine özgü battaniyeler örterler. Yalnız Savsuruko’nun [Sosruko’nun] atını yakalayamazlar. Şöleni hazırlayanlar çok çalışır fakat diğerleri sadece oturup Nartlar üzerine hayal kurarlar. Sıkılınca at yarışı ve ok atma yarışması düzenlerler, birinci gelenlere ödüller verilir. Alyansları için bestelenmiş şarkılar söylerler. Şenlikler yedi gün sürer.
Birgün, erdemli biri olan bir seyyah evine dönmektedir. Gece bastırınca ormanda uyumak zorunda kalır. Uykusunda birisi “Savsuruko, konuğu alıp gel, yemek yiyeceğiz.” diye seslenir. Sonra Savsuruko seyyahın yanına gelir ve Nartların, üzeri yiyecek dolu masaların etrafında oturduğu yere götürür onu. Yalnız Savsuruko’nun masası boştur. Konuk yanlarına geldiğinde Nartların hepsi Savsuruko’nun masasına bir miktar yiyecek getirip koyar. Savsuruko konuğa şu açıklamayı yapar:
“Öldüğümüzde, komşularımız varımızı yoğumuzu cenaze törenleri için harcadı. Ancak, benim atım yakalanmadığı ve yarışa katılmadığı için, cenaze yemeğinden payımı vermediler. Atımın adı Bzoy’dur ve çelikle beslenir. Ormanda uyuduğun yer benim mezarımdır.”
Seyyah uyanınca Nartların köyüne gider ve herkesi toplantıya çağırır. Gördüklerini onlara anlatır. Savsuruko için bir anma töreni yapmaya karar verirler ancak Nartların zenginliğinden geriye çok az birşey kaldığı için kendi hayvanlarını getirip keserler. Seyyah da dahil herkes ne verebiliyorsa verir ve güzel bir tören düzenlerler. Seyyah, Savsuruko’nun atını yakalar, üzerine battaniye örter ve daha sonra ona biner. Törene katılanlar dağılmadan Önce, ne zaman birisi ölse tüm akraba ve komşularının büyük bir şölen vermesi ve alyansları düzenlemesi gerektiğine karar verirler. Cenaze yemeklerinde sadece at yarışı şarkısı söylenecektir ve dans edilmeyecektir artık. Söylencelerden anlaşıldığına göre, Savsuruko’nun yaşadığı olumsuzlukların çoğunun nedeni gayrımeşru olması yüzündendir. Meşru olmak, babaya bağlıdır, ve eğer anne babadan boşanırsa, çocuklar babanın sülalesine aittir. Abhazya’da üvey kardeş kavramı yoktur. Öyküler genelde Abhaz dünya görüşünü ve aile yapısını yansıtır.
Çoğu Avrupa hikayelerinde gelinini ezmeye çalışan bir kayınvalide tiplemesi vardır. Abhaz folkloründe ise bunun tersi gözlenir: kayınvalidesini incitmeye çalışan kötü niyetli bir gelin. Bir hikayede genç gelin, eşi ve kayınvalidesi arasında sorun yaratmak için çeşitli yollar dener. Eşi, onun çabalarının farkındadır ancak sessiz kalır. Gelinin en gözde numarası, diğer tabaklardan ayırabilmek için küçük bir işaret koyduğu kayınvalidesinin tabağına bolca tuz ilave etmektir. Yaşlı kadın asla şikayetçi olmaz ama durmadan da su içme gereksinimi duyar.
Bir gün genç adam karısına bir ders vermeye karar verir. Arkasına döndüğü bir anda tabakları değiştirir böylece gelin kendi hazırladığı tuzlu yemeği yemek zorunda kalır. Yatmadan önce genç adam gece içilmek üzere ayrılmış olan suyu da döker.
Gelin susuzluktan yanmış bir halde uyanır, su içebilmek için dere kenarına gitmek zorunda kalır. Kocası sessizce onu izler ve tam su içmek üzere dizlerinin üzerine suya eğilince arkasından sessizce yaklaşır ve birkaç kez suya doğru iter, ta ki eşi kendinden geçinceye kadar. Sonra da onu derenin kenarında bırakarak sessizce eve döner. Genç kadın ayılınca eve döner ve kocasına, kayınvalidesine kötü davrandığı için ruhların kendisini cezalandırdığını anlatır. Ve bir daha asla öyle davranmaz.